Bir Kara Delik Var İçimde... Ya Da Kara Bir Delilik...

Bilgisayarın başına bu satırları yazmak için oturmadım, gündeme dair konular hakkında bir şeyler karalama niyetindeydim. Ama o kadar saçma ve anlamsız geldiler ki, yazmaya değer bulmadım. Ama şimdi ne yazacağım hakkında da bir fikrim yok. Sadece cümleleri bile toparlayamıyorken belki kelimeleri toparlarsam aklım biraz yerine oturur diye yazıyorum. Umarım faydası olur...


Nereden başlayacağımı bilmiyorum, belki de başladım ama farkında bile değilim. Ya da her şey bitti de ben sadece bir rüya görüyorum, son bir rüya. Mümkün mü, mümkün değil mi onu bile bilmek olası değil. Hiçbir şeyi bilemediğimiz, öngörebildiğimizi sanarken her seferinde yanıldığımız gibi bilmek olası değil.

Bir Kara Delik Var İçimde, Beni Bile Yutan...
Ayrılığın bir yan etkisi mi, depresif bir aksiyon mu diye sordum kendime. Ama ilgisi yok. Belki sadece ötelenmiş, ya da göz ardı edilmiş, arka taraftaki bir karanlık bu. Sadece artık pek bir arka tarafta değil, önümde de değil ama, tam içimde. Ya da dışımda. Yok yok, tam olarak çeperlerimle bir. Cürmüm kadar bir karanlık. Karanlık dediğime de bakmayın, bir boşluk gibi değil. İçindeki her şey tek tek seçilemiyor sadece, o nedenle karanlık diyorum.

Zaten tek tek seçilemiyor olması esas sorun... Ya da şuan öyle sanıyorum... Tek tek seçebilsem belki o zaman da bu kadar net olmaları bir sorun olacak. Bunu şimdi söyleyebilmem pek olası değil. Çünkü değil cümleleri, kelimeleri bile toparlayamıyorum. Yazının sonunda farklı kelimeleri saysam, fakirlikten ölecek bir yazı olabilir bu. O kadar fakir olsun da istemiyorum ve bazı kelimeleri değiştiriyorum. Nedeni yok, anlamsızca...

Şimdi evde bir şişe şarap olsaydı güze olabilirdi sanki... Bir kadeh kendime doldururdum, bir kadeh de kendime. Sonra otururdum bu hafta içinde tadilat yapmak durumunda kaldığım terasa, konuşurdum sabaha kadar. Kadehlerimiz boşaldıkça doldururdum, ertesi gün ölümüne bir baş ağrısı çekeceğimizi bile bile devam ederdim. Konuşur, konuşur, konuşurdum. Aslında konuşmadığımı fark edene kadar, tek bir kelime bile etmediğimi duyana kadar.

Aklımdan bir dolu şey geçiyor... Ama kardeşimin iki hafta önce evime aldığı, görünce beni hatırladığı, üzerinde "Boşver" yazan tahta yakması saate bakıp vazgeçiyorum ifade etmekten. Lakin ben ifade etmiyorum diye o düşünceler oradan kalkıp gitmiyor, aksine, inatlaşırcasına daha da dallanıp budaklanıp kuruluyorlar aklımın her bir köşesine. Kanser gibi... Evet evet, kesinlikle bir kanser gibi...

Kanser denen şey de nedir sanki... Kontrolsüzce çoğalan hücreler değil mi... Virüs yok, bakteri yok, dışarıdan bir şey değil... Tamamen içeriden, bizi oluşturan canlı yapı taşlarının çıldırması, kontrolsüzce çoğalması... Aklımın içindeki düşünceler de böyle, normalde ne güzeller, aklımı oluşturuyorlar. Ama şimdi, yok yok şimdi değil, çok uzun bir süredir, kontrolsüzce çoğalıyorlar...

Hepsini yazmaya kalksam yetişemeyecekmişim gibi, şimdi bile tuşlara o kadar hızlı basıyorum ki, ve o kadar hızlı siliyorum ki... Yazıyorum, siliyorum, siliyorum, siliyorum, yazdığımdan daha fazlasını sildiğimi fark edene kadar... Sonra tekrar yazıyor ve yine siliyor, siliyorum...

Çünkü hiçbir sözcüğün değeri yok, cümleler zaten anlamsız... Ne desem boş, ne desem düşünce kanserime çare değil... Hepsini ifade etmeye ne gücüm yeter, ne zamanım, ne de aklım... Ve işte bu nedenle, bu içimdeki kara delik beni yavaş yavaş yutuyor, bu kara delilik...

Belki de deliriyordum... Biliyorum delirmek öyle kolay şey değil... Ama geçen hafta kendimi iki kez etrafa çılgın gözlerle bakarken buldum, bir kaç kere de yok yere gülerken yakaladım kendimi. Suç üstünde... Düşünce suçu... Hayır hayır, çok düşünme suçu... Suç mu? Çok düşünmek suç mu? Cezası delirmekse, bir suç olabilir tabii... Bilemiyorum...

Hiç yorum yok

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi Paylaştığınız İçin Teşekkürler...