tag:blogger.com,1999:blog-90592966560608061092019-06-06T06:27:12.289+03:00OKCK.netGittiği Yere Kadar...Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.comBlogger356125tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-49130081688142623042017-10-25T01:29:00.000+03:002017-10-25T01:32:22.269+03:00Feridun Düzağaç - Deli<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<img border="0" class="music" height="200" src="https://2.bp.blogspot.com/-QKcJ8wV34Ps/We-8TzFscYI/AAAAAAAAUgQ/FghtTWIEcE84sfkIHNKV-1XkAKNJOOKkgCLcBGAs/s200/feridun-duzagac-deli.jpg" width="200" /></div>
<br />
Aklımla çözemedim bu işi,<br />
Deliye vurdum,<br />
Deliliğe vurdum kendimi.<br />
<br />
Anladım kararsızım,<br />
Yaralarıma yararsız.<br />
<a name='more'></a><br />
<iframe allowtransparency="true" frameborder="0" height="380" src="https://open.spotify.com/embed/track/1ur8pO6X0K84tXYpNjmTxv" width="300"></iframe>
<br />
Bana kötü davranıp durma,<br />
Zaten iyi değilim.<br />
Beni anladığını da hiç sanmam,<br />
Kimbilir kaç taneyim.<br />
<br />
Ne seninle oluyor, ne bensiz...<br />
Ne kendimle mutluyum, ne de sensiz...<br />
<br />
Aklımla çözemedim bu işi,<br />
Deliye vurdum,<br />
Deliliğe vurdum kendimi.<br />
<br />
Deliye vurdum, deliliğe vurdum.<br />
Anladım kararsızım,<br />
Yaralarıma yararsız.<br />
<br />
Islığımı fısıldamıştım şişeye,<br />
Kıyıya çığlığım vurmuş.<br />
Dokunulmayalı çok olmuş ki,<br />
Kalbim kuş yuvası olmuş.<br />
<br />
Doluya koysam, almıyor.<br />
Bu bardak hep yarım, dolmuyor.<br />
<br />
Aklımla çözemedim bu işi,<br />
Deliye vurdum,<br />
Deliliğe vurdum kendimi.<br />
<br />
Deliye vurdum, deliliğe vurdum.<br />
Anladım kararsızım,<br />
Yaralarıma yararsız.<br />
<br />
Anlayan el sallasın,<br />
Bana merhaba der gibi.<br />
Beden gitmeye teşne,<br />
Hayat kal der gibi...Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-71089295101371064312017-10-19T00:09:00.003+03:002017-10-19T00:13:09.363+03:00#MeToo - Sapık Bir Taksici ve Korkutucu Bir GeceABD'li Hollywood filmleri yapımcısı Harvey Weinstein hakkındaki taciz iddiaları sonrasında Alyssa Milano, kadınlardan <a href="https://twitter.com/hashtag/metoo" rel="nofollow" target="_blank">#MeToo</a> (Ben De) etiketiyle yaşadıkları cinsel saldırı deneyimlerini paylaşmalarını istedi. Twitter'ın verilerine göre; erkekler de %30 oranında bu kampanyaya katılım gösterdi.<br />
<br />
Bu vesile ile #MeToo diyerek ben de başımdan geçen, korkutucu bir cinsel saldırı deneyimini paylaşmak istiyorum. Üzerinden 10 yılı aşkın süre geçti, hala gece tek başıma taksiye binmem, ayaklarıma kuvvet yürürüm.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-C8pwSFkvyEc/Wee9lhEhMOI/AAAAAAAAUV8/giT3rfb7MYgN853I9wYQu1TaGBjpSiaIACLcBGAs/s1600/metoo.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1067" data-original-width="1600" height="426" src="https://3.bp.blogspot.com/-C8pwSFkvyEc/Wee9lhEhMOI/AAAAAAAAUV8/giT3rfb7MYgN853I9wYQu1TaGBjpSiaIACLcBGAs/s640/metoo.jpg" width="640" /></a></div>
<a name='more'></a>Yaşım 20... Yıl 2005, aylardan Temmuz...<br />
Arkadaşlarla Taksim'de eğlendik. Gece 2'de onlar Cihangir'deki evlerine geçtiler, bense Şişli'de kaldığım yere gideceğim. Taksim, Şişli arası yürüyerek taş çatlasa 40dk sürer, ben de başladım yürümeye.<br />
<br />
Harbiye Ordu Evi'nin oraya geldiğimde bir sarı taksi yanaştı yanıma, pencereden kafayı uzatıp:<br />
"Şişli tarafına gidiyorsun sanırım, benim yolumun üstü bırakayım. Yürüme gece gece." dedi.<br />
"Gerek yok, her zaman yürüdüğüm yol teşekkür ederim." diye teklifi geri çevirdim.<br />
"Taksimetre açmayacağım, günü kapadım zaten. Eve gidiyorum ben de, hırlısı hırsızı çok olur bu caddenin." dedi. İçimden "Neyse bineyim yolunun üstüymüş zaten." diye geçirerek "Tamam öyleyse..." dedim ve arka kapıya yöneldim. "Yok yok ön tarafa geç, şoförmüşüm gibi oluyor sevmiyorum öyle." dedi. Ben de geçtim öne oturdum ve hareket ettik.<br />
<br />
Doğrudan Şişli'ye gitmek yerine Pangaltı ara sokaklarına daldı ve koltuğunun yan kısmındaki bira kutusunu göstererek "Ana caddede polis çevirme yapıyordur, aralardan gideyim." dedi. Ses etmedim, içimden "Şişli şurası zaten, inerim birazdan." diyordum.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-BBKVBvYPDLQ/Wee-hE4gZeI/AAAAAAAAUWE/Acrgm4HPh6MYNXmyXl6Dy7hOCGUwHzfiwCLcBGAs/s1600/tacizci-taksi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="900" data-original-width="1600" height="360" src="https://3.bp.blogspot.com/-BBKVBvYPDLQ/Wee-hE4gZeI/AAAAAAAAUWE/Acrgm4HPh6MYNXmyXl6Dy7hOCGUwHzfiwCLcBGAs/s640/tacizci-taksi.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Pangaltı'nın ara sokaklarını sakin sakin dolanmaya başladık, bir taraftan da anlatıyor. Orhan'mış ismi, evliymiş, Marmara Üniversitesi'nde bir oğlu varmış, o nedenle öğrencinin halinden anlarmış. Aslında plaka kendisininmiş, taksiye çıkmaya ihtiyacı yokmuş ama haftasonları böyle alırmış taksiyi dolaşırmış İstanbul'da falan da filanmış. Dolana dolana Taksim'e de geri döndük, o içmeye devam ediyor. Gece taksicilerinin tümü içermiş zaten, polis çevirmezmiş, çevirse bile ses etmezmiş. Taksicilerin yanından geçerken iyice yavaşladı, korna ve bira kutuları ile şerefe yaparak selamlaştılar.<br />
<br />
Bunlar yaşanırken karmaşık ruh halleri içerisindeyim tabii. Polis ses etmiyorsa, niye girdik ki ara sokaklara diye düşünürken, diğer yandan yeni şeyler öğreniyorum fena mı diyorum. O zamanlar bazı geceler sokaklarda sabahlar, sokağın insanları ile sohbet eder, İstanbul'un gecelerini dinlerdim. Şimdi artık İstanbul'un geceleri korkutuyor beni. Ama yeni şeyler öğrenmeyi ve keşfetmeyi hala seviyorum.<br />
<br />
Neyse sonra dedim ki "Geç kalıyorum çok vakit geçti, Şişli'ye gidecektim ama şu an başladığım yerdeyim." Taksici "Kusura bakma haklısın, ayıp ettim." dedi ve Taksim'den çıktık. Ve saçmasapan bir yere geldik... Kapkaranlık, kocaman bir yoldu burası. Eyüp tarafları diye hatırlıyorum, ama sorup mu öğrendim, yoksa yolu takip ederek mi bu sonuca vardım bilmiyorum.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-KsCgRbcg-LA/Wee-3NmoRAI/AAAAAAAAUWI/URs2hGyGIs8BGJjQ4Q3QIHYfeMdcyY6HwCLcBGAs/s1600/dark-road.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="408" data-original-width="612" height="426" src="https://3.bp.blogspot.com/-KsCgRbcg-LA/Wee-3NmoRAI/AAAAAAAAUWI/URs2hGyGIs8BGJjQ4Q3QIHYfeMdcyY6HwCLcBGAs/s640/dark-road.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
"Niye buradayız?" diye düşünürken taksici bana dönerek "Hayatımda senden güzelini görmedim." diye saçmasapan bir iltifatta bulunup sağ eli ile bir anda şeyimi avuçladı. Şok oldum, "Hayır!" dedim, kapıya yapıştım, soğuk soğuk terlerden boşandı bir an sırtımdan. 1.83 boyundaki herif, koltuğun üçte birini doldurmaz olmuştu artık, büzüşmüş kalmıştım.<br />
<br />
"Hayır! Ne yapıyorsunuz?" derken aklımdan bin türlü şey geçiyordu. Yanımdaki evli ve üniversitede oğlu olduğunu iddia eden taksici niyeti bozmuştu, büyük ihtimalle en baştan beri niyeti bozuktu. Bununla birlikte, saçmasapan ve kapkaranlık bir yoldaydık, bizden başka herhangi bir araç gözükmüyordu. Şimdi araçtan bir şekilde insem bile bu yol da hiç güvenli durmuyordu. Bir çıkış yolu bulmalı, bu durumdan ve buradan kurtulmalıydım. Dakikalar, belki de sadece saniyeler, saatlere dönüşmüştü ve risk alıp dedim ki:<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-9VFct0rZ8NY/Wee_MpkB6xI/AAAAAAAAUWQ/HSjhu72hJQwZ25mxVckqlYHLcpqaQbh9wCLcBGAs/s1600/shame.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="320" data-original-width="1000" height="204" src="https://4.bp.blogspot.com/-9VFct0rZ8NY/Wee_MpkB6xI/AAAAAAAAUWQ/HSjhu72hJQwZ25mxVckqlYHLcpqaQbh9wCLcBGAs/s640/shame.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
"Aslında yeni şeyler denemeyi severim, ama bugün hiç modumda değilim, yorgunum da... Siz telefonunuzu verin, keyfimin yerinde olduğu bir gün buluşalım."<br />
<br />
Bu cümleleri nasıl bir araya topladığımı bilmiyorum. Farkında olduğum bir şey vardı sadece, inatlaşırsam zorla yapacaktı. Yapacak ve bu kapkaranlık yola bırakıp gidecekti. Oysa umut verirsem, belki elinden kurtulabilirim diye düşündüm. Saçmalamış da olabilirim, ama aklıma daha iyi bir çözüm gelmedi.<br />
<br />
"Ama..." diye itiraz edecek oldu.<br />
"Ama şimdi gerçekten hiç modumda değilim. Lütfen zorlamayın..." diye yineledim.<br />
<br />
"Tamam." dedi yarım ağız ve ekledi "Sen araba kullanmayı biliyor musun?"<br />
"Ne alaka?" diye geçirdim içimden ama ters cevap vermek istemedim "Hayır." dedim.<br />
"Öğreteyim sana." dedi, "Nasıl olacak o?" dedim.<br />
"Yerleri değişeceğiz, sana araba kullanmayı öğreteceğim." dedi.<br />
"Tamam." dedim, taciz etmeye kalkarsa, bariyerlere dalarım diye düşünerek.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-SSGfn3A5jmc/WefBW97PpZI/AAAAAAAAUWc/BHavQ3nmyKAllzNoCXim8sgK82aYgBzZACLcBGAs/s1600/taksi-kaza.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="354" data-original-width="664" height="340" src="https://1.bp.blogspot.com/-SSGfn3A5jmc/WefBW97PpZI/AAAAAAAAUWc/BHavQ3nmyKAllzNoCXim8sgK82aYgBzZACLcBGAs/s640/taksi-kaza.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Bu arada gerçekten de araba kullanmayı bilmiyordum, hiçbir araba kullanmışlığım yoktu. O gece arkadaşlarla içtiğimiz üç dört biraya kadar hiç alkol de almamıştım. Kafam güzel değildi ama, sonradan deneyimlerek öğrendiğim gibi alkol eşiğim bir hayli yüksek, genetik bir yatkınlık sanırım. Belki gereğinden fazla sakin davranmamda etkisi olmuştur ama sanmıyorum.<br />
<br />
Hayatımda ilk defa bir aracın direksiyonuna geçtim. Dört kutu bira tüketmiş halde, yani alkollü olarak. Yanımda sapık bir taksici, altımda sarı bir taksi. Kapkaranlık kocaman bir yolun ortasında, aklımda bin türlü düşünce ile. Bir şeyler anlattı, bir şeyler gösterdi, ne anlattı ne gösterdi hiç hatırlamıyorum. Tek hatırladığım 100km'yi aştığımız, sonra durduk, yerleri değiştik tekrar.<br />
<br />
Israrları bitmedi ama taksicinin... "Öğrencisin, paraya ihtiyacın vardır, 100 TL vereyim bir otele gidelim." dedi. "İhtiyacım yok, teşekkür ederim." dedim, "Bugün gerçekten olmaz, söz veriyorum arayacağım sizi." Israr ettikçe ısrar etti, ben de tüm güleryüzümle ve sevimliliğimle inatlaşmamaya çalışarak, kafasının tepesine attırmamaya çalışarak hayır dedim.<br />
<br />
Tüm bunlar olurken sabah oldu, gün ağarmıştı. Yine Şişli tarafına geldik, yollar kalabalıklaşmaya başlamıştı. Kırmızı yandı, beklemeye başladık. Ben saniyeleri sayıyordum, 3, 2, 1 ve kapıyı açıp hızla koşmaya başladım. "Hey nereye?" diye bağırdı arkamdan. Ama başka arabalar vardı, arkamdan gelemezdi. Sadece yayaların geçebileceği aralardan koştum, koştum, nefesim tükenene, artık koşamayana kadar koştum.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-7YVXKCsd0Os/WefB3g0y5XI/AAAAAAAAUWk/EZF_MBGv8HIxpj8_tTsgXnh0VyJwX8NiACLcBGAs/s1600/speak-out.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="590" data-original-width="1600" height="234" src="https://2.bp.blogspot.com/-7YVXKCsd0Os/WefB3g0y5XI/AAAAAAAAUWk/EZF_MBGv8HIxpj8_tTsgXnh0VyJwX8NiACLcBGAs/s640/speak-out.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Durduğumda karmakarışıktım... Neler olmuştu öyle?... Karmakarışık bir geceydi...<br />
Belki tecavüzle bitebilecek bir geceden, nasıl akla hayale gelmeyecek şekilde kurtulabilmiştim ki?<br />
Hayatımda pek çok sözlü tacize de uğradım, ama bu anlattığım en kanlı canlısıydı...<br />
<br />
Tacizin ya da tecavüzün kadını erkeği yok.<br />
Bir tane lanet olasıca sapık var, o kimi ya da neyi gözüne kestirirse artık...<br />
<br />
"Tacize uğramış, ama kız da o kadar açık giyinmeseymiş, şortu da çok kısaymış." diyen birileri ile karşılaştığımda boğuveresim, o laflarını boğazlarına düğümleyiveresim geliyor.<br />
<br />
Sapıklar ve "giymeseymiş, yapmasaymış, etmeseymiş"ciler, lanet olsun hepinize...Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-70824105791293235542017-09-17T03:50:00.001+03:002017-09-17T03:52:17.141+03:00Baby Driver... Güzel Müziklerle Dolu Keyifli Bir Film... Dünden beri tekrar tekrar <a href="https://open.spotify.com/track/5FuAtaptkxqwLxZM5HfJmO" rel="nofollow" target="_blank">Rhapsody in Blue</a> dinledikten ve dün IF Beşiktaş'ta kendimden falan geçtikten sonra bugün, güzel müzikleri olan bir müzikal ya da ona benzer bir şeyler izlemek istiyordum. Ve karşıma <a href="http://www.imdb.com/title/tt3890160/" rel="nofollow" target="_blank">Baby Driver</a> çıktı, iyi ki de çıktı. Henüz izlemediyseniz, hiç bekletmeyin ve oturun izleyin...<br />
<br />
Filmin başrollerinde; büyük usta ve her işine hayran olduğum <a href="http://www.imdb.com/name/nm0000228/" rel="nofollow" target="_blank">Kevin Spacey</a>, "The Fault in Our Stars"tan tanıdığımız babyface <a href="http://www.imdb.com/name/nm5052065/" rel="nofollow" target="_blank">Ansel Elgort</a>, Mad Men'den <a href="http://www.imdb.com/name/nm0358316/" rel="nofollow" target="_blank">Jon Hamm</a>, Django Unchained'den <a href="http://www.imdb.com/name/nm0004937/" target="_blank">Jamie Foxx</a> ve filmimizin tatlı kızı rolünde Cinderella'dan <a href="http://www.imdb.com/name/nm4141252/" rel="nofollow" target="_blank">Lily James</a> var. Yönetmenimiz ve yapımcımız <a href="http://www.imdb.com/name/nm0942367/" rel="nofollow" target="_blank">Edgar Wright</a> kadro konusunda cimri davranmamış, keyifli bir filme harika da bir kadro kurmuş.<br />
<br />
<i><b>Ara Not:</b> Bu yazı spoiler (sürpriz bozan) içermiyor, yani okumaya devam edebilirsiniz.</i><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-W_sWMxAtY8g/Wb22JNiacRI/AAAAAAAATOo/u0-vZw-XN_oPqWE5ffRed_S3NbAGR3QPgCLcBGAs/s1600/baby-driver-poster.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="631" data-original-width="1600" height="252" src="https://3.bp.blogspot.com/-W_sWMxAtY8g/Wb22JNiacRI/AAAAAAAATOo/u0-vZw-XN_oPqWE5ffRed_S3NbAGR3QPgCLcBGAs/s640/baby-driver-poster.jpg" width="640" /></a></div>
<a name='more'></a><br />
Baby (Ansel Elgort), tinnitus rahatsızlığı olan ve muhteşem araba kullanan bir genç. Tinnitus nedir derseniz, kulakta duyulan, gerçekte olmayan rahatsız edici sesler. Bu rahatsızlık, dünyadaki her 22 kişiden birinde mevcutmuş. Baby'nin kulakları sürekli çınlıyor ve bu sesleri bastırmak için yanından iPod'larını hiç eksik etmiyor. Baby, farklı günler, farklı ruh halleri için hazırlanmış müzik listeleri içeren birden fazla iPod taşıyor yanında.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-kdUX4TxP8FA/Wb3CuqSNH5I/AAAAAAAATPA/b8DpB_LmQCcSBpunhxGV7X5amYpKg0vAACLcBGAs/s1600/baby-driver-subaru-opt.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="225" data-original-width="450" height="320" src="https://2.bp.blogspot.com/-kdUX4TxP8FA/Wb3CuqSNH5I/AAAAAAAATPA/b8DpB_LmQCcSBpunhxGV7X5amYpKg0vAACLcBGAs/s640/baby-driver-subaru-opt.gif" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
Kevin Spacey, karanlık bir çete lideri. Filmde soygunlara liderlik yapan eli kolu uzun biri olarak görüyoruz, ama sanki tek karanlık işi soygun değil gibi. Neyse Baby bir şekilde bir şekilde Kevin Spacey'e borçlu. Borcunu da, araba kullanmadaki yeteneklerini soygun çetesinin vazgeçilmez sürücüsü olarak ödüyor.<br />
<br />
Buddy (Jon Hamm), Bats (Jamie Foxx), Darling (Eiza Gonzalez) çetenin diğer üyeleri. Her birinin kendinilerine özgü özellikleri var. Bats'in gereksiz bir ölüm makinesi, Buddy'nin ayarları bozulunca canavara dönüşen bir insan olduğunu izliyoruz ama geçmişleri ile ilgili çok detaylı bir bilgimiz yok. Her biri, Baby'nin hayatından geçip giden karakterler sadece.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-l4c2T2ciTxo/Wb3Fltk6U2I/AAAAAAAATPM/DKy4Uo2poq0VV_guq-EJIQrv1mZSGzYhQCLcBGAs/s1600/baby-driver-laundry-opt.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="207" data-original-width="500" height="262" src="https://4.bp.blogspot.com/-l4c2T2ciTxo/Wb3Fltk6U2I/AAAAAAAATPM/DKy4Uo2poq0VV_guq-EJIQrv1mZSGzYhQCLcBGAs/s640/baby-driver-laundry-opt.gif" width="640" /></a></div>
<br />
Ve dizimizin tatlı kızı Debora (Lily James)'nın geçmişi ve hatta bugünü ile ilgili hiçbir bilgiye sahip değiliz. Baby'nin kalbini, <a href="https://open.spotify.com/track/35w6fQ0Wnuv7aIryRx7gTq" rel="nofollow" target="_blank">Carla Thomas'ın B-A-B-Y</a>'sini söylerken çalıyor. Birbirlerinin müziğe olan bağlılıkları, onları birbirlerine bağlayan şey de oluyor.<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
Baby, oh baby<br />
You look so good to me baby<br />
Baby, ooh baby<br />
You are so good to me baby</blockquote>
Filmimizin en güzel tarafı, muhteşem müzikleri... Filmdeki müziklerin olduğu Spotify çalma listesini aşağıya ekledim, filmi izlememiş olsanız bile sizi fazlasıyla keyiflendireceklerdir. Gerçi müzik zevkinizi bilmiyorum, belki de bu tarzı hiç sevmiyorsunuzdur. Ben bayılıyorum, dinlerken kendimden geçtiğimi de söyleyebilirim :)<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowtransparency="true" frameborder="0" height="380" src="https://open.spotify.com/embed/user/jibberboosh/playlist/3w5pFbbtAcwfV9UqXYzpni" width="300"></iframe></div>
<br />
Filmde tadında aksiyon ve kovalamaca sahneleri var. Sonlara doğru işler biraz kontrolden çıkıyor, birazcık da saçmalıyor, ama filmin bütünü güzel olunca gönül katlanıyor biraz ayarın kaçmasına. Sonu da biraz gerçekçi, biraz hayal ürünü olmuş. Burada da Baby dışındaki karakterlerde yaşadığımız derinlik sorununu yaşıyoruz. Filmin sonu, Baby'nin hayali bile olabilir, sanki öyle gibi de.<br />
<br />
<a href="http://www.okck.net/2017/09/left-behind-recep-ivedikten-bile-kotu.html" target="_blank">Left Behind felaketi</a>nden sonra <a href="https://www.netflix.com/" rel="nofollow" target="_blank">Netflix</a> aboneliğimi sonlandırmıştım. Evet, güzel filmlerden bir seçki sunamadığı, Left Behind gibi rezil filmlere yer verdiği için Netflix'i suçluyorum. Baby Driver ise güzel filmlere güzel bir dönüş oldu. İzlenesi çok güzel filmler var, Left Behind gibi saçmalıklarla zaman kaybedince cidden üzülüyorum.<br />
<br />
Müzikle dolu günler diliyorum sizlere...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/D9YZw_X5UzQ?rel=0" width="560"></iframe></div>
Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-60057850387692775452017-09-12T02:08:00.000+03:002017-09-12T02:08:24.911+03:00Left Behind... Recep İvedik'ten Bile Kötü Bir Film...Hayatımda izlediğim en kötü, abartmıyorum, gerçekten en kötü film... Recep İvedik'ten bile kötü... <a href="https://youtu.be/SDtBay_5-qg?t=1m" rel="nofollow" target="_blank">Flash TV'nin Gerçek Kesit'i</a> bile daha gerçekçi, <a href="https://youtu.be/mD7u-Wnu05c?t=38s" rel="nofollow" target="_blank">Samanyolu TV'nin efektleri</a> bile daha iyidir bu filmden... Film mi dedim, tüm film dünyasına ağır hakaret ettim... Özür dilerim...<br />
<br />
Akşam bir şeyler yerken <a href="https://www.netflix.com/" rel="nofollow" target="_blank">Netflix</a>'i açayım da öyle eğlencelik bir aksiyon filmi izleyeyim dedim. İçinde uçak falan var, aksiyon da varmış, öyle sinemaya gitmelik olmasa da seyirlik olur dedim... Olmazmış... <a href="http://www.imdb.com/name/nm0000115/?ref_=tt_cl_t1" rel="nofollow" target="_blank">Nicolas Cage</a>'i severim, o oynuyor, o izletir en azından dedim... İzletmiyormuş... Yaklaşık 2 saati saçmasapan bir şeye gömdüm, etkisinden kurtulamadım, bu yazıyı yazıyorum...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-uL3qkwuGd48/WbcRnK3mMUI/AAAAAAAATOE/K_dW3PAfEbIN9Vnxaowj4OIPimyr7Gu_wCLcBGAs/s1600/left-behind-poster.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="936" data-original-width="1600" height="374" src="https://4.bp.blogspot.com/-uL3qkwuGd48/WbcRnK3mMUI/AAAAAAAATOE/K_dW3PAfEbIN9Vnxaowj4OIPimyr7Gu_wCLcBGAs/s640/left-behind-poster.jpg" width="640" /></a></div>
<a name='more'></a>Uçaklı film ya, film havalimanında başlıyor. Üniversiteli kızımız, babasının doğum günü için evine geliyor, ama Nicolas Cage, yani pilot baba, uçuş bahane aldatmak şahane diyerek hostesle <a href="http://www.u2.com/" rel="nofollow" target="_blank">U2</a> konserine gidip ardından güzel vakit geçireceği Londra'ya doğru yola çıkıyor.<br />
<br />
Kızımız, Tanrı'ya inanmıyor, annesi ise dindar, her şeyde bir hikmet vardır, her şey Tanrı'dandır diyor, kızımız da "Saçma saçma konuşma!" deyip anasına ters çıkıyor. O kadar ki, kızımız yol boyunca bunu kurgulamış. Gelir gelmez havalimanında, elinde İncil ile bekleyen kadına da çıkışıyor, aynı ağızla.<br />
<br />
Yavaş yavaş tabii anlıyorsunuz, filmin sonunun nereye bağlanacağını, nasıl bir kuyuya düştüğünüzü...<br />
<br />
Ve bir anda insanlar kayboluyor... Gerçek anlamda yok oluyorlar... Öyle durduk yere, pat diye... Geriye elbiseleri katlanmış, takıları özenle çıkarılıp konmuş şekilde kalıyor... İzlerken başta çocuklar yok oldu sadece sanıyorsunuz, ama sonra gidenlerin tek çocuklar olmadığını anlıyorsunuz. Uçakta Müslüman bir abi var, Tanrı'ya yakaralım, dua edelim falan diyor ama o gitmemiş...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-xPMz6_yV2vI/WbcRnvsSXAI/AAAAAAAATOM/_uxJt3jzy7YuUnN3C1BaYpDHy6eooBjeACEwYBhgL/s1600/left-behind-satan.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="880" data-original-width="880" height="640" src="https://1.bp.blogspot.com/-xPMz6_yV2vI/WbcRnvsSXAI/AAAAAAAATOM/_uxJt3jzy7YuUnN3C1BaYpDHy6eooBjeACEwYBhgL/s640/left-behind-satan.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Neyse bütün dünyada insanların bir kısmı yok olmuş... Bizim uçağın yardımcı pilotu, Nicholas'ın oynaşacağı hostese "Ay Tatlım kaptanı nasıl ayarttın, bana niye anlatmadın?" diye kıkırdayan diğer hostes falan hepsi yok. Tabii burada kızımızın annesi de, küçük erkek kardeşi de artık yok... Onlar da tabii dindar... Dindar demeyelim, Hıristiyan... Böyle ayrımcı bir Tanrı var filmde...<br />
<br />
Filmde olaylar böyle devam ediyor. Nicolas abimiz imana geliyor, kız "Ah Anam sen doğru söylemişsin, ben kıymetini bilememişim." diyerek pişman oluyor. Film baştan aşağı, çok iğrenç bir şekilde Hıristiyanlık propagandası yapıyor. Bununla kalsa sorunum yok, Hıristiyanlık propagandası yapan çok film var, bu da onlardan biri der geçerim.. Ama olur mu öyle? Filme aksiyon katacaklar ya, saçmalıyorlar...<br />
<br />
Filmde uçak var demiştim, ah olmasaydı o uçak, izlemek gibi bir hata yapmazdım filmi. Bu uçak havada pilotları yok olmuş başka bir uçakla çarpışmaktan kanat çarpmasıyla kurtuluyor. O iki uçak kanattan da olsa birbirine çarparken nasıl oluyor da sadece yakıt tankı deliniyor anlamak güç, Tanrı'nın işi işte!!! Tabii pilotsuz uçak düşüyor, ama o kadar yolu pilotsuz nasıl gelmiş, o da Tanrı'nın başka işi!!!<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-VD-QVTeDkY0/WbcRnOOb2BI/AAAAAAAATOA/daq66rscfOMCxQsFcWYPImw1b3Ei77yqQCEwYBhgL/s1600/left-behind-crash.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1200" data-original-width="1600" height="480" src="https://4.bp.blogspot.com/-VD-QVTeDkY0/WbcRnOOb2BI/AAAAAAAATOA/daq66rscfOMCxQsFcWYPImw1b3Ei77yqQCEwYBhgL/s640/left-behind-crash.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Sonra <a href="http://www.imdb.com/title/tt3263904" rel="nofollow" target="_blank">Sully</a>'e selam çakalım demişler, hadi uçağı denize indirelim. Yok olmazmış, çünkü irtifa dümeni bozulmuş, çakılırlarmış. Uçağın yarısı yok olmuş, pilotumuz irtifa dümenimiz yok, uçağın burnunu kaldıramam, suya çakılırız diyor.<br />
<br />
Akabinde nereye iniyorlar biliyor musunuz? Caddeye... Caddeye inerken iniş takımlarını kaybediyorlar. Caddeyi de zaten kızı hazırlıyor... Böyle deyince çok anlamsız oldu değil mi? Çok anlamsız çünkü... Kızımız inşaat makinelerini kullanıyor yolu hazırlıyor, sonra da diyor ki "Selektör yapsam görür müsünüz?", Nicolas abimiz "Yok!" diyor. O zaman kızımız varil varil patlayıcıyı hava uçuruyor, görsün diye 😳<br />
<br />
Bütün şehirde patlamalar oluyor, düşen uçaklar var, şehir yanıyor. Kızımızın havaya uçurduğu patlayıcıları görüp "Aha oraya ineceğiz!" diyorlar. Deli misiniz, her yer patlıyor, nasıl emin oldunuz onun doğru patlama olduğuna? Gerçi bu saatten sonra ölseniz kaç yazar da, işte izleyici hala biraz mantık arıyor.<br />
<br />
Bu arada kızımızla nasıl iletişime geçiyorlar biliyor musunuz? Bunlar da uydu telefonu var, ama işler karışık, çekmiyor. Kızımız Tanrı'ya yakın olmak için köprünün tepesine çıkıyor, kızımızın aklı bu kadar. İki yakarıyor, sonra tam intihar edecek telefonu çalıyor. Sonra da "Baba sen ölmedin demek, öyleyse sana caddeyi hazırlayayım." diye motorsiklete atlıyor ve caddeye gidiyor. Kızımız köprünün tepesindeyken arkada yeşil perde olduğu da fazlasıyla belli...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-foPgBMhqlJg/WbcRnAZ35tI/AAAAAAAATOI/EEcC7IJXE0YmqZ5k-AvwfUajEUnsWhzxgCEwYBhgL/s1600/left%2Bbehind-wallpaper.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="936" data-original-width="1600" height="374" src="https://4.bp.blogspot.com/-foPgBMhqlJg/WbcRnAZ35tI/AAAAAAAATOI/EEcC7IJXE0YmqZ5k-AvwfUajEUnsWhzxgCEwYBhgL/s640/left%2Bbehind-wallpaper.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Neyse uçağımız iniyor, yolcular kurtuluyor, karşı da şehir alev alev yanıyor. İncil'e göre 7 yıllık felaket olacakmış, o nedenle Tanrı sevdiği kullarını yanına almış, bu kafirler kalmış aşağıda... Çok eğlenceli(!) bir Tanrı anlayışı var filmin. "Sevdiklerimi alıyor, posasını atıyorum dünyanın." diyor Tanrı. Aman ne olacak, benimki de laf, 7 günde başka bir tane yaratıverir.<br />
<br />
Filmin tek mantıklı noktası sonu oldu... Ya da tutarlı diyelim, filmin saçmalığı ile karşılaştırırsak tutarsız esasında.. Ben sonunda pat diye yok olanlar, pat diye geri gelecekler zannetim. Ama gelmediler... Ve filmin devamı gelirse şaşırmam, çünkü bu daha başlangıç dediler... Hayır, bunu bize yapmayın, lütfen, çok rica ediyorum...<br />
<br />
Öyleyse şu saçmasapan film için harcadığım, hiç ettiğim yazımı şu dizelerle noktalıyorum:<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,<br />
Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden.</blockquote>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="https://www.youtube.com/embed/GrXe8YDbzYs?rel=0" width="560"></iframe></div>
Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-57706466758370124412017-08-15T21:47:00.000+03:002017-08-15T22:02:59.146+03:00Black Mirror Üzerine... Başlangıç...9m²'lik bir odada uyanıyorsunuz, her tarafınızda ekran var. Sizi çizgi bir horoz uyandırıyor, bir de avatarınız var. Hayatınız bir oyun gibi, bisiklet çevirerek para biriktiriyorsunuz, paranızla otomatlardan yapay üretilmiş yiyecekler, avatarınıza yeni sanal aksesuarlar ya da hayatınızı zenginleştirecek (!) aplikasyonlar alabiliyorsunuz.<br />
<br />
Ancak nihai hedef, Hot Shot'ta boy göstermek... Bizdeki Yetenek Sizsiniz!'in aynısı, sadece jurileri daha bir dürüst(!), seyirciler yerinde de yarattığınız avatarlarınız oturuyor....<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-8jeuffoX-n4/WZM9CBXetmI/AAAAAAAAS90/s6y6Rb7C0BYMo0IMoB7MJZLAJk9sgJARgCLcBGAs/s1600/black-mirror-room.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="720" data-original-width="1280" height="360" src="https://1.bp.blogspot.com/-8jeuffoX-n4/WZM9CBXetmI/AAAAAAAAS90/s6y6Rb7C0BYMo0IMoB7MJZLAJk9sgJARgCLcBGAs/s640/black-mirror-room.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<a name='more'></a>Dedim ya hayatınız bir oyun gibi, ama çok boktan bir oyun. Saçmasapan zamanlarda reklamlar çıkıyor ve kapatmak için para ödemeniz gerekiyor. Hot Shot'ın tanıtımını ise izlememe gibi bir lüksünüz yok, alkışları, çığlıkları, daha iyi bir hayat vaatlerini (!) izlemek zorundasınız.<br />
<br />
Bir gün bir kızdan hoşlanıyorsunuz, gülüşü çok güzel bir kızdan. Daha sonra sesinin de güzel olduğunu öğreniyorsunuz ve onu Hot Shot'ta boy göstermesi için teşvik edip Hot Shot'a katılabilmesi için gereken 15 milyon baloncuk değerindeki bileti de hediye ediyorsunuz.<br />
<br />
Kesinlikle o güzel kız, o güzel sesiyle Hot Shot'ta boy göstermeli... Hak ediyor çünkü bunu... Tabii farkında değilsiniz, yüzyılın bokunu yediğinizi...<br />
<br />
Hoşlandığınız, belki de aşık olduğunuz kız çıkıyor, şarkısını söylüyor... Jüri beğeniyor, avatarlar beğeniyor... Salon yıkılıyor, büyüleyici bir ses, herkes coşmuş... Mutlusunuz, bu harikuladeliğin farkına varılmasını sağlamışsınız, gururlusunuz...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-NEunfjLZP5c/WZNAGYKSbiI/AAAAAAAAS-A/C4xJK03Pgaw_aylIm0c2mnz8XlBWAelVQCLcBGAs/s1600/black-mirror-resume-viewing.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="270" data-original-width="480" height="360" src="https://2.bp.blogspot.com/-NEunfjLZP5c/WZNAGYKSbiI/AAAAAAAAS-A/C4xJK03Pgaw_aylIm0c2mnz8XlBWAelVQCLcBGAs/s640/black-mirror-resume-viewing.gif" width="640" /></a></div>
<br />
Ama bu coşkunun hemen ardından hayatının teklifini (!) alıyor o güzel kız... Kızın fiziğinin, sesinden daha güzel olduğunu, onun rol alacağı porno filmleri her erkeğin izlemek isteyeceğini belirtiyor juri, kadın olan diğer juri de ekliyor, biz kadınlar da izlemek isteriz diye... Sesinle bir yere gelemezsin, ama fiziğinle yıldız olursun diyorlar... Kız iki göz dolması ardından teklifi kabul ediyor...<br />
<br />
Kız yıldız oluyor, siz deliriyorsunuz. Geçilemeyen erotik reklamlarda o var karşınızda, deliriyorsunuz ve karar veriyorsunuz. Hot Shot'a çıkacak ve gerçekleri haykıracaksınız...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-SmYvj9Tk4YE/WZNAbGh63bI/AAAAAAAAS-E/WQ1OS7rwbswca-IDqrurrXjdfiisz3crQCLcBGAs/s1600/black-mirror-new-offer.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="211" data-original-width="374" height="360" src="https://2.bp.blogspot.com/-SmYvj9Tk4YE/WZNAbGh63bI/AAAAAAAAS-E/WQ1OS7rwbswca-IDqrurrXjdfiisz3crQCLcBGAs/s640/black-mirror-new-offer.gif" width="640" /></a></div>
<br />
Azmediyorsunuz, yeniden biriktiriyorsunuz 15 milyon baloncuğu ve katılıyorsunuz Hot Shot'a. Bir kaç saçmasapan hareketten sonra, yanınızda getirdiğiniz cam parçasını boynunuza dayayıp gerçekleri kusmaya başlıyorsunuz. Havada uçuşuyor gerçekler, içinizdeki acıyı, isyanı haykırıyorsunuz. Herkes suspus olmuş sizi dinliyor...<br />
<br />
Juri size hak veriyor, yaptığınız işi takdir ediyor ve hayatınızın teklifini (!) yapıyor... Düzenli bir televizyon programının yıldızı olabileceğinizi söylüyor, cam parçası detayını ayrıca sevdiklerini belirtiyorlar, çok ateşli diyorlar.<br />
<br />
Ve teklifi kabul ediyorsunuz... Portakal suyu ve daha büyük ekranlar için... Yürüyün be!...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-heB0_T3HPM8/WZM6P8AZQcI/AAAAAAAAS9o/tOlx-Z98jdAJ49tnC3up55pUQAghp2DJgCLcBGAs/s1600/black-mirror-15-million-merits.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" data-original-height="743" data-original-width="602" height="640" src="https://2.bp.blogspot.com/-heB0_T3HPM8/WZM6P8AZQcI/AAAAAAAAS9o/tOlx-Z98jdAJ49tnC3up55pUQAghp2DJgCLcBGAs/s640/black-mirror-15-million-merits.jpg" width="518" /></a></div>
<br />
Dün yeni bir diziye başladım, nasıl bulaştığımı bilmiyorum. Sanırım geeky bir şeyler ararken bilinç altımın bir oyununun kurbanı oldum. Kurbanı oldum diyorum, çünkü aklımın bana oyunları yetmiyormuş gibi bu dizi de aklımla oynuyor, halihazırda aramın buz gibi olduğu hayattan daha da soğutuyor...<br />
<br />
Adı <a href="http://www.imdb.com/title/tt2085059/" target="_blank">Black Mirror</a>... Bir Netflix yapımı... Şuan dördüncü sezonunda, ilk sezonu üç bölüm, sezonlar arttıkça her sezon bir bölüm artıyor... Gittiği yere kadar gidecek herhalde...<br />
<br />
IMDb tanıtımına bakarak bir şeyler söylemek istemiyorum. Benim iki bölümden gördüğüm, modern dünyanın nimetlerinin bizi nasıl bir bok kuyusuna sokup da kaybolan benliklerimizin yokluğunda çürümeye nasıl terk ettiği üzerine kapkara bir dizi.<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
"A television anthology series that shows the dark side of life and technology." - IMDb</blockquote>
<br />
Üstteki hikayecik de bu dizinin ilk sezonun ikinci bölümünün özeti...<br />
Hiç uyarmadan spoiler (sürpriz bozan)'ın dibine vurduğum için özür diliyorum, geçti artık.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-7misYX6fpWI/WZNBHEIajnI/AAAAAAAAS-I/mdAuWi-ue8U4bL8F4y_smQsC4lVr-4GjwCLcBGAs/s1600/black-mirror-elevator.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="466" data-original-width="920" height="324" src="https://2.bp.blogspot.com/-7misYX6fpWI/WZNBHEIajnI/AAAAAAAAS-I/mdAuWi-ue8U4bL8F4y_smQsC4lVr-4GjwCLcBGAs/s640/black-mirror-elevator.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Ama merak etmeyin hiç etmedim diziyi... Çünkü dizi olaylarından ziyade, hissettirdikleri ile rahatsız ediyor sizi... Dizinin bize esas yaşattığı, duygudurum değişimleri üzerine. Toplumun tepkileri ve sonunda her şeyin iyice boktan bir hal alması gayet güzel hissettiriliyor izleyiciye.<br />
<br />
İlk bölüm beni çok aşırı etkilemedi ama, hele de ikinci bölüm ile kıyaslandığında hiç etkilemedi. Ama parantez açmak isterim, o Başbakanın yerinde olsam kafama sıkardım, o travmadan bir ömür boyu kurtulamazdım çünkü...<br />
<br />
Bana bu yazıyı yazma motivasyonunu veren ise, yazıyı hikayesiyle açtığım ikinci bölüm...<br />
İkinci bölüm olayları olmadığında bile yeterince iç karartıcı bir atmosfere sahip çünkü...<br />
<br />
Anlattığım ikinci bölümde içim sıkıldı, bir <a href="http://www.imdb.com/title/tt0364569/" target="_blank">Oldboy</a>'da sıkılmıştım böyle, bir <a href="http://www.imdb.com/title/tt0250258/" target="_blank">Das Experiment</a>'te. Ruhumu mengenelerle sıkıştırıyorlar gibi oluyorum, acı çekiyorum içten içe. Bu acıyı, olayların fazlasıyla gerçek ve de gerçek hayatta da yaşanabilir olduğu zamanlarda duyuyorum.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-3yfgfYz15a8/WZNBTxveFEI/AAAAAAAAS-M/CYMfvWbsZ0ArONmTdYvAIZjlOYJG1KxhwCLcBGAs/s1600/black-mirror-oleee.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="253" data-original-width="451" height="358" src="https://2.bp.blogspot.com/-3yfgfYz15a8/WZNBTxveFEI/AAAAAAAAS-M/CYMfvWbsZ0ArONmTdYvAIZjlOYJG1KxhwCLcBGAs/s640/black-mirror-oleee.gif" width="640" /></a></div>
<br />
Instagram için geziyor, yiyip içiyor, seviyor, sevişiyoruz, Periscope'ta 'kalpleri kazanmak' için binlerce kişiye özelimizi açıyoruz... Delirmiş gibiyiz... Ne yaptığımızın farkındayız, ne de yaptıklarımızın sonuçlarının... Takipçilerle ve beğenilerle ölçeklenen, coşan, çığrından çıkan bir delirmişliğin tam orta yerindeyiz... Alkışlar bize hayatımızın tekliflerini (!) kabul ettiriyor, ne için var olduğumuzu, kim olduğumuzu unutuyoruz...<br />
<br />
Black Mirror işte tüm bunlara çok güzel ayna tutuyor, kara bir ayna...<br />
İzleyin, tavsiye ederim... Ama öyle eğlencelik, çıtır çerez kıvamında değil...<br />
<br />
Yapabiliyorsanız düşünerek, kendinizi olayların orta yerine koyarak izleyin...<br />
Düşünemiyorsanız da, boşverin gitsin... Sizden bir cacık olmaz zaten, uğraşmayın...Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-10516222160497854002017-08-13T23:53:00.000+03:002017-08-14T00:03:57.568+03:00Bir Kara Delik Var İçimde... Ya Da Kara Bir Delilik... Bilgisayarın başına bu satırları yazmak için oturmadım, gündeme dair konular hakkında bir şeyler karalama niyetindeydim. Ama o kadar saçma ve anlamsız geldiler ki, yazmaya değer bulmadım. Ama şimdi ne yazacağım hakkında da bir fikrim yok. Sadece cümleleri bile toparlayamıyorken belki kelimeleri toparlarsam aklım biraz yerine oturur diye yazıyorum. Umarım faydası olur...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-fkP7IjeZPco/WZC7TsOBYFI/AAAAAAAAS9Y/2HaKd5dhnp4K7Qux9i9-NZwwqqJ8BjPMQCLcBGAs/s1600/dark-hole-in-my-mind.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1000" data-original-width="1600" height="400" src="https://4.bp.blogspot.com/-fkP7IjeZPco/WZC7TsOBYFI/AAAAAAAAS9Y/2HaKd5dhnp4K7Qux9i9-NZwwqqJ8BjPMQCLcBGAs/s640/dark-hole-in-my-mind.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<a name='more'></a>Nereden başlayacağımı bilmiyorum, belki de başladım ama farkında bile değilim. Ya da her şey bitti de ben sadece bir rüya görüyorum, son bir rüya. Mümkün mü, mümkün değil mi onu bile bilmek olası değil. Hiçbir şeyi bilemediğimiz, öngörebildiğimizi sanarken her seferinde yanıldığımız gibi bilmek olası değil.<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
Bir Kara Delik Var İçimde, Beni Bile Yutan...</blockquote>
Ayrılığın bir yan etkisi mi, depresif bir aksiyon mu diye sordum kendime. Ama ilgisi yok. Belki sadece ötelenmiş, ya da göz ardı edilmiş, arka taraftaki bir karanlık bu. Sadece artık pek bir arka tarafta değil, önümde de değil ama, tam içimde. Ya da dışımda. Yok yok, tam olarak çeperlerimle bir. Cürmüm kadar bir karanlık. Karanlık dediğime de bakmayın, bir boşluk gibi değil. İçindeki her şey tek tek seçilemiyor sadece, o nedenle karanlık diyorum.<br />
<br />
Zaten tek tek seçilemiyor olması esas sorun... Ya da şuan öyle sanıyorum... Tek tek seçebilsem belki o zaman da bu kadar net olmaları bir sorun olacak. Bunu şimdi söyleyebilmem pek olası değil. Çünkü değil cümleleri, kelimeleri bile toparlayamıyorum. Yazının sonunda farklı kelimeleri saysam, fakirlikten ölecek bir yazı olabilir bu. O kadar fakir olsun da istemiyorum ve bazı kelimeleri değiştiriyorum. Nedeni yok, anlamsızca...<br />
<br />
Şimdi evde bir şişe şarap olsaydı güze olabilirdi sanki... Bir kadeh kendime doldururdum, bir kadeh de kendime. Sonra otururdum bu hafta içinde tadilat yapmak durumunda kaldığım terasa, konuşurdum sabaha kadar. Kadehlerimiz boşaldıkça doldururdum, ertesi gün ölümüne bir baş ağrısı çekeceğimizi bile bile devam ederdim. Konuşur, konuşur, konuşurdum. Aslında konuşmadığımı fark edene kadar, tek bir kelime bile etmediğimi duyana kadar.<br />
<br />
Aklımdan bir dolu şey geçiyor... Ama kardeşimin iki hafta önce evime aldığı, görünce beni hatırladığı, üzerinde "Boşver" yazan tahta yakması saate bakıp vazgeçiyorum ifade etmekten. Lakin ben ifade etmiyorum diye o düşünceler oradan kalkıp gitmiyor, aksine, inatlaşırcasına daha da dallanıp budaklanıp kuruluyorlar aklımın her bir köşesine. Kanser gibi... Evet evet, kesinlikle bir kanser gibi...<br />
<br />
Kanser denen şey de nedir sanki... Kontrolsüzce çoğalan hücreler değil mi... Virüs yok, bakteri yok, dışarıdan bir şey değil... Tamamen içeriden, bizi oluşturan canlı yapı taşlarının çıldırması, kontrolsüzce çoğalması... Aklımın içindeki düşünceler de böyle, normalde ne güzeller, aklımı oluşturuyorlar. Ama şimdi, yok yok şimdi değil, çok uzun bir süredir, kontrolsüzce çoğalıyorlar...<br />
<br />
Hepsini yazmaya kalksam yetişemeyecekmişim gibi, şimdi bile tuşlara o kadar hızlı basıyorum ki, ve o kadar hızlı siliyorum ki... Yazıyorum, siliyorum, siliyorum, siliyorum, yazdığımdan daha fazlasını sildiğimi fark edene kadar... Sonra tekrar yazıyor ve yine siliyor, siliyorum...<br />
<br />
Çünkü hiçbir sözcüğün değeri yok, cümleler zaten anlamsız... Ne desem boş, ne desem düşünce kanserime çare değil... Hepsini ifade etmeye ne gücüm yeter, ne zamanım, ne de aklım... Ve işte bu nedenle, bu içimdeki kara delik beni yavaş yavaş yutuyor, bu kara delilik...<br />
<br />
Belki de deliriyordum... Biliyorum delirmek öyle kolay şey değil... Ama geçen hafta kendimi iki kez etrafa çılgın gözlerle bakarken buldum, bir kaç kere de yok yere gülerken yakaladım kendimi. Suç üstünde... Düşünce suçu... Hayır hayır, çok düşünme suçu... Suç mu? Çok düşünmek suç mu? Cezası delirmekse, bir suç olabilir tabii... Bilemiyorum...<br />
<br />Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-79355904969730057482017-08-04T17:20:00.000+03:002017-08-05T17:28:24.927+03:00En Güzel Hikayem - Teoman<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<img border="0" class="music" height="200" src="https://i.scdn.co/image/3316c4f7974d20665e6ccf5bbc490c58350c5b28" width="200" /></div>
<br />
benim de zaten hiç gücüm yok, yüzüm yok<br />
hiç umudum yok...<br />
ama bil ki farklı bir hayaldi, işkenceydi bazen,<br />
bazen çok güzeldi...<br />
ama nokta konmuş,<br />
bitmiş en güzel hikayem...
<br />
<a name='more'></a><br />
<iframe allowtransparency="true" frameborder="0" height="380" src="https://open.spotify.com/embed/track/190z7gG56RWLwCWJmqjz74" width="300"></iframe><br />
<br />
kulaklarım patlıyor, sessizliğinden,<br />
yorgunluğundan, ölüyorum.<br />
sinekler yapışıyor vücuduma, gitmiyorlar,<br />
yayılıyor kanları, vurduğumda.<br />
<br />
denizi araladım, geçtim.<br />
bir aşktan, attım kum torbalarımı, döktüm yaprakları.<br />
ama sanki uzandın tenime, hissettim,<br />
terim aktı, parmak aralarından.<br />
<br />
bazen, ne yaparsan yap olmuyor bazen.<br />
bazen, ne yaparsan yap olmuyor bazen.<br />
<br />
kanım hızlanıyor, bazen damarlarımda.<br />
kan çanakları aynada, levham boynumda.<br />
bir yapbozu tamamlarken, bakıyorum,<br />
büyük parçan eksik, kalbin olduğu.<br />
<br />
bazen bir vücudu sarıyorum,<br />
banıp parmağımı tadına bakıp.<br />
gözümü sevmeye karartıp,<br />
yapamıyorum...<br />
<br />
bazen, ne yaparsan yap olmuyor bazen.<br />
bazen, ne yaparsan yap olmuyor bazen.<br />
<br />
acı bir tat kalıyor ağzımda,<br />
bazen yutup unutup, bazen tükürüyorum.<br />
bazen ayılıp uyanıp bir nefesle yanımda<br />
adı yok, sırtı var, bana dönük, bükük.<br />
<br />
soğuğa çeviriyorum suyu, ağlıyorum.<br />
bakıp içine ayılamayıp anlayamıyorum.<br />
<br />
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen.<br />
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen...<br />
<br />
derimin altında başarılı ayrılık notları.<br />
yazılmış, çöpe atılmış intihar mektupları.<br />
vuruyorum sokaklara bedenimi, hayallere,<br />
hayatımı yine omuzlarıma...<br />
<br />
acımı alsınlar diye sığınıp kurtaracak,<br />
kadınlara 15 dakkamı...<br />
<br />
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen.<br />
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen.<br />
<br />
bitti...<br />
zor oldu, ama bitti.<br />
yapamadım, benim başka bir kalbi.<br />
bedenin zayıftı, kalbin güçlüydü belki.<br />
haritası ama, çok silikti...<br />
<br />
sert bir şeydi iliklerimde aşk.<br />
dayandım, ittim... sığmadı, kanırmadı, girmedi...<br />
ama sıktım pis kanı, akıttım yaramdan.<br />
iyileştirmeye yaladım, geçmişti sanki.<br />
<br />
soktum neşteri göğsüme,<br />
inanmaya halim kalmadı diye bitti.<br />
zor oldu ama...<br />
bitti...<br />
<br />
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen.<br />
bazen ne yaparsan yap olmuyor bazen.<br />
<br />
korkma bilirim, acıyı, tedaviyi.<br />
imkansızlığın kekremsi tadını...<br />
dün insanlara baktım, kendi kirli camımdan.<br />
terkedilmişler çoktan yaradan tarafından.<br />
<br />
ben kesilene kadar yüzdüm, ama görünmeyince karan,<br />
bıraktım kendimi, battım bir taş gibi.<br />
yanmıştı, çizilmişti ama seyrettim ağlayarak,<br />
sabredip çok sevdiğim bir filmi.<br />
<br />
artık yalnız senin için üzülüyorum,<br />
bitti, zor oldu ama bitti..<br />
<br />
benim de zaten hiç gücüm yok, yüzüm yok<br />
hiç umudum yok...<br />
ama bil ki farklı bir hayaldi, işkenceydi bazen,<br />
bazen çok güzeldi...<br />
<br />
ama anlıyorum sesinden,<br />
kurtulmuşsun sen.<br />
nokta konmuş,<br />
bitmiş en güzel hikayem...Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-67536554756682906572017-04-06T23:13:00.000+03:002017-04-09T02:46:45.481+03:00Sen Kendini Ne Sanıyorsun BÜMED?BÜMED bugün Boğaziçi Üniversitesi 150. Mezuniyet Balosu ile ilgili bir duyuru epostası göndermiş. Bu epostada; BÜMED, mezuniyet balosunu gerçekleştirmeyeceğini, pek çok talihsiz ve yakışıksız sözcükle ifade etmiş.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-RsbhPIHRqTw/WOaYeze47QI/AAAAAAAARE0/RIKhm79uLeIE6hrSd-RYkz6ayJo6IbsIACLcB/s1600/3.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="212" src="https://4.bp.blogspot.com/-RsbhPIHRqTw/WOaYeze47QI/AAAAAAAARE0/RIKhm79uLeIE6hrSd-RYkz6ayJo6IbsIACLcB/s640/3.png" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<a name='more'></a><br />
<h3>
Çırağan Değil Four Seasons...</h3>
<br />
Öncelikle her şeyin başlangıcına dönelim. 23 Mart'ta Kurumsal İletişim Ofisi'nden 150.Mezuniyet Balosu bilgilendirmesi iletildi mezun durumundaki öğrencilere. Balo, Four Seasons Bosphorus'ta gerçekleştirilecekti ve katılım ücreti öğrenciler için 475TL, misafirler için 550TL olarak belirlenmişti.<br />
<br />
Saat 22:00'den sonra alkol satışının yasaklandığı dönemde, üniversitelerde gerçekleşen alkollü etkinliklere de yasaklar geldi. Böylece önceden Boğaziçi Üniversitesi Güney Meydan'da gerçekleştirilen Mezuniyet Balosu organizasyonu, üniversite dışına alınmak durumunda kaldı ve balo Çırağan Sarayı'nda gerçekleştirildi. O günden bugüne Çırağan <b>bir ekol</b> haline geldi.<br />
<br />
Ancak bu sene Çırağan'dan vazgeçilmişti, ki bu büyük hayal kırıklığı yarattı. Ayrıca örneğin önceki sene 285TL olan Balo ve 200TL olan After Party, her ne hikmetse birleştirilmiş ve 475TL olarak sabit bir fiyat belirlenmişti. Balo yeri değiştirilmesine karşın 750 kişilik kontejanda da herhangi bir artış yoktu.<br />
<br />
Ve bugün BÜMED'ten aşağıdaki açıklama geldi...<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-RXObeujB3Eg/WOZWM7k8rCI/AAAAAAAAREc/KZhUQqvM-0EkoxM4odMM7isaMOOhpD--gCLcB/s1600/bumed-150.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="640" src="https://4.bp.blogspot.com/-RXObeujB3Eg/WOZWM7k8rCI/AAAAAAAAREc/KZhUQqvM-0EkoxM4odMM7isaMOOhpD--gCLcB/s640/bumed-150.jpg" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<h3>
Boş, Bomboş Laflar...</h3>
<br />
Duyuru başta da belirttiğim gibi pek çok talihsiz açıklama ve boş ifade içeriyor.<br />
<br />
BÜMED, ÖTK'nin balonun Çırağan'da yapılması talebini değerlendirdiğini ifade ediyor, ancak maliyet, kapasite gibi etmenleri dikkate alarak Four Seasons'ın seçildiğini söylüyor. Ama bu çok boş bir açıklama.<br />
<br />
Çünkü en basitinden geçen sene ile kıyasladığımızda, kapasite <b>halen 750 kişi</b> ile sınırlı. Yani herhangi bir kapasite artışı yok. BÜMED kendi insiyatifiyle balo ve after party birleştirmiş, katılım ücreti bir anda 475TL'ye fırlamış. Bu da After Party'e katılmayı düşünmeyenler için <b>anlamsız bir masraf</b> demek. Maliyet azaldıysa bile, bu hesapla öğrencilere herhangi yansıması yok. Kaldı ki, bu fiyatlar yine <b>dikte edilmiş BÜMED üyelik aidatı</b> da içeriyor.<br />
<br />
Öğrenci menfaatlerini düşünerek Four Seasons'ta karar kılındığı belirtilmiş, ama bu konuda öğrencilere fikri sorulmamış. Öğrenciler tarafından seçilen ÖTK'nın talebi de yok sayılmış. Bu durumda öğrenci menfaati değil de <b>BÜMED'in menfaatleri öne geçmiş</b> gibi duruyor.<br />
<br />
Ve bu boş laflardan sonra, beni <b>en çok rahatsız eden nokta</b>ya geliyoruz. ÖTK, balonun Çırağan'da yapılması talebini tekrarlamış ve gerekirse organizasyonu biz yapalım demiş. BÜMED'te organizasyondan çekilmiş ve demiş ki;<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
"2017 yılında resmi bir Boğaziçi Üniversitesi Mezuniyet Balosu düzenlenmeyecektir."</blockquote>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-OwIkHH48XUg/WOaYI3zOJdI/AAAAAAAAREs/IaFKkfJuQtMM_ATljwAlpLtVZ03tOd87ACLcB/s1600/bumed.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="236" src="https://2.bp.blogspot.com/-OwIkHH48XUg/WOaYI3zOJdI/AAAAAAAAREs/IaFKkfJuQtMM_ATljwAlpLtVZ03tOd87ACLcB/s640/bumed.png" width="640" /></a></div>
<br />
<h3>
Sen Kimsin Ki BÜMED?</h3>
<br />
Sen kim oluyorsun BÜMED? Gerçekten kim oluyorsun? Bir balonun 'resmi' olabilmesi için illa ki sizin düzenlemeniz mi gerekiyor? ÖTK bu üniversitenin bir yapısı değil mi, <b>üyelerinin öğrenciler tarafından seçildiği</b>nden bihaber misin? Menfaatleriniz, öğrenciler tarafından kabul görmedi ve başarısız bir seçim yaptınız diye mi bu haddini aşan açıklamalarınız?<br />
<br />
Geçmiş dönemde, içerisinde yer aldığım bazı oluşumlarla BÜMED ile çalışma tecrübem oldu. Bu çalışmalar sırasındaki etkileşimlerimizde, BÜMED sıklıkla öğrencilerin kendilerini sahiplenmediğinden, mezun olduktan sonra çekip gittiklerinden dert yanıyordu. Çalışmalarımızın ilerleyen aşamalarında, BÜMED'in <b>işbirliği değil de asimile etme düşüncesi</b> içinde olduğunu fark edince daha fazla ortak çalışma yapmamıştık.<br />
<br />
Görünen o ki, hala doğru yolu bulamamışlar. Hala öğrencilere çok uzaklar ve hala nerede yanlış yaptıklarından haberdar değiller. <b>Öğrenciler tarafından seçilmiş</b> bir ÖTK'yı yanlız bırakmak yerine, iş birliğine giderek hem profesyonel hem de öğrencilerin taleplerini karşılayan bir balo gerçekleştirmeyi kabul edememişler. Boğaziçi Üniversitesi'ne <b>"düşman olsa yapılmaz"</b> bir hareketi gerçekleştirmişler.<br />
<br />
<h3>
Profesyonellik Derken?</h3>
<br />
ÖTK'nın Mezuniyet Balosu'nu layıkıyla gerçekleştireceğine inanıyorum. İçine BÜMED'in aidat ücretinin dahil edilmediği, öğrenciler tarafından öğrenciler için gerçekleştirilen bir balo olacaktır. Ki bir balo organize edemeseler bile bu konuda onlara kızma hakkımız da yok.<br />
<br />
Çünkü; Boğaziçi Üniversitesi, 150. Mezuniyet Balosu'nu <b>BÜMED tekeli</b>ne bırakıyor ve baloya iki ay bir süre kalmışken çekilmesine karşın bir yaptırımı bulunmuyorsa bu noktada <b>ciddi bir sorun</b> var demektir. BÜMED'in iddia ettiği gibi bir profesyonellik varsa, organizasyonu üstlenen kurum etkinliğe bu kadar kısa süre kala çekilemez, çekilirse çeşitli yaptırımlarla ve/ya tazminatlarla karşı karşıya gelir.<br />
<br />
ÖTK'nın bu konuyu da takip etmesi lazım, <b>mağdur edilmiş bir üniversite</b> ve bu üniversitenin öğrencileri var. ÖTK'nın taleplerini desteksiz iddialarla göz ardı edip bu kadar kısa süre kalmışken "Biz çekiliyoruz, ÖTK'ya başarılar." demenin hesabının sorulması gerekiyor. <b>Öğrencilerinin taleplerini karşılamaya gücünüz yetmiyorsa</b>, en baştan "Biz beceremeyeceğiz." demeniz gerekirdi, etkinliğe bu kadar kısa süre kalmışken değil.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-buFNwczd7JY/WOaYSdmHB7I/AAAAAAAAREw/f5CE2Zr0jroKjYX7tU-ZnijMBOObg8wGwCLcB/s1600/2010-mezuniyet-balosu.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="480" src="https://2.bp.blogspot.com/-buFNwczd7JY/WOaYSdmHB7I/AAAAAAAAREw/f5CE2Zr0jroKjYX7tU-ZnijMBOObg8wGwCLcB/s640/2010-mezuniyet-balosu.jpg" width="640" /></a></div>
<h3>
Evimize Dönelim...</h3>
Yazımın başında da belirttiğim gibi, Mezuniyet Balosu eskiden Güney Meydan'da gerçekleştirilirdi. Halihazırda zaten üniversitemizin muhteşem bir atmosferi var. Mezuniyet gecesinde, mezun olan öğrencilerin şıklıkları ile eşsiz bir ortama dönüşürdü.<br />
<br />
Öyleyse alkol yok diye neden vazgeçiyoruz ki bundan? İktidarın yaptırımları yüzünden neden yerimizden yurdumuzdan oluyoruz? Sizi bilmiyorum ama bence; Güney Meydan, Çırağan'dan çok daha harika bir yer Mezuniyet Balosu için. Hatta ÖTK'dan rica ediyorum, 'resmi' olmayacak olan bu baloyu eskisi gibi üniversitemizde organize edin. Yıllar sonra evimizde gerçekleşsin balo, Çırağan'ın maliyetlerinden de kurtulun.<br />
<br />
<b>Boğaziçi Üniversitesi öğrenciliği hikayesi başladığı yerde son bulsun. </b><br />
<b>Neden olmasın?...</b>Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-71500731633071046422017-02-04T01:30:00.000+03:002017-08-05T17:24:19.016+03:00Direniş Destanı - Baba Zula<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<img border="0" class="music" height="200" src="https://i.scdn.co/image/38065788fe6a1d5616952e02e9f18befd58e032f" width="200" /></div>
<br />
Güneş doğar devran döner<br />
Hiç unutma hep hatırla<br />
Cesareti birleşmeyi<br />
Güzelliği savunmayı...<br />
#direngezi<br />
<br />
<a name='more'></a><br />
<iframe allowtransparency="true" frameborder="0" height="380" src="https://open.spotify.com/embed/track/0Y31HpbmxEnwg7Onrkdxhr" width="300"></iframe>
<br />
Hipokrat var yanımızda<br />
Demokrasi özgürlükler<br />
Mizahımız duvarlarda<br />
Yasaklanmış düşünceler<br />
Paraleller penguenler<br />
Duran adam kızıl kadın<br />
Meydan bizim sokak bizim<br />
Bu tencere tava bizim<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Temiz hava unutulmaz<br />
İşkenceler 3-5 ağaç<br />
Sendikalar avukatlar<br />
Emekçiler köylüler<br />
Binalarda bayraklar<br />
Madenciler baretleri<br />
diktatörler kimyasallar<br />
Hiç unutma hep hatırla<br />
<br />
Cesareti birleşmeyi<br />
Güzelliği savunmayı<br />
<br />
Sarı sular gaz bombası<br />
Ekmek almak haksızlıklar<br />
Gözaltılar orantısız<br />
Barış nerde müdahale<br />
Ampul anca karanlıkta<br />
Aydınlıkta söner gider<br />
Güneş doğar<br />
Devran döner<br />
Sloganlar gözyaşları<br />
<br />
Hukuk nerde insan hakkı<br />
Gençler hakkı savunmalı<br />
Kadın döven çocuk vuran<br />
Zalimlikler kadın haklı<br />
Yok edilen canlar bizim<br />
Katledilen ağaç bizim<br />
Devrimcilik haksızlıklar<br />
Yolsuzluklar gaz maskesi<br />
<br />
Hırsızları katilleri<br />
Yalanları koruma<br />
Barikatlar hakikatler<br />
Hepsi bizim hepsi bizim<br />
Hiç unutma hep hatırla<br />
Hiç unutma hep hatırla<br />
Hiç unutma hep hatırla<br />
Hiç unutma hep hatırla<br />
<br />
Cesareti birleşmeyi<br />
Güzelliği savunmayı<br />
<br />
Gencecik bu çocuklar<br />
Yürüyelim yürüyelim<br />
Kimse korkmaz kimse korkmaz<br />
Aşk tükenmez aşk tükenmez<br />
<br />
Güneş doğar devran döner<br />
Hiç unutma hep hatırla<br />
Cesareti birleşmeyi<br />
Güzelliği savunmayı<br />
<br />
<a href="https://www.facebook.com/hashtag/direngezi?source=feed_text&story_id=10158169725300383">#direngezi</a></div>
Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0Gümüşsuyu Mah., Taksim Gezi Parkı, 34437 Beyoğlu/İstanbul, Turkey41.038949300000013 28.98703790000001816.759640300000012 -12.321556099999981 65.318258300000011 70.295631900000018tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-39037836461315070232016-12-26T02:55:00.002+03:002016-12-26T03:00:04.560+03:00Webdenal Yolculuğum Üzerine...<a href="http://www.webdenal.com/" target="_blank">Webdenal</a>'da 27 Ağustos 2015'te iş başı yapmıştım, üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçti ve sizlerle hayatımda yeri gerçekten çok önemli olan Webdenal hikayemi paylaşmak istiyorum.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-DJvthDrlFOc/WGBa1LkkOPI/AAAAAAAAP5c/kzqLkDuK2MAiDS9RQ5VRhH4x0BhmJro_ACLcB/s1600/webdenal-cover.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="236" src="https://3.bp.blogspot.com/-DJvthDrlFOc/WGBa1LkkOPI/AAAAAAAAP5c/kzqLkDuK2MAiDS9RQ5VRhH4x0BhmJro_ACLcB/s640/webdenal-cover.jpg" width="640" /></a></div>
<a name='more'></a><div>
<b><br /></b>
<b>Her Şeyden Önce...</b><br />
<br />
Dibi gördüğüm bir dönemden geçiyordum, 450TL'lik ev kiramı bir ay geriden ödüyor, limiti sadece 700TL olan kredi kartımın borç uyarılarına kulak asmıyordum. 6 aydır aktif bir şekilde yarı zamanlı bir iş arıyor ve ne yazık ki bulamıyordum. Gerçi her işe başvurmuyor, biraz iş ve iş veren seçiyordum ama işte olmuyordu.<br />
<br />
Ekonomik olarak dibi görmüştüm evet, ama daha kötüsü de psikolojik olarak da hiç iyi değildim. Yaptığım başvurulara cevap bile gelmemesi, psikolojik çöküntümün üstüne tuz biber oluyordu. Kendimi inanılmaz işe yaramaz hissediyordum, hayatın çok da anlamı kalmamıştı benim için.<br />
<br />
<b>Bereketli Bir Gece...</b><br />
<br />
Yine iş ilanlarına göz attığım bir 12 Ağustos gecesinde Unisbul'dan 4 iş ilanına başvurdum. İkisi Teknik Destek Sorumlusu, biri Müşteri Hizmetleri Elemanı ve sonuncusu idi Stajyerlik idi. Açıkçası iş deneyimim ve paraya ihtiyacım göz önüne alındığında Stajyer ilanına başvurmam garipti. Ama işte yıllar önce Ralf Arditti aracılığıyla Webdenal ile bambaşka şartlarda tanışmıştım ve "En çok ne olur ki, çağırırlarsa gider görüşürüm, uyuşamazsak olmaz..." diyerek stajyerliğe de başvurmıştum.<br />
<br />
O gece benim için bereketli bir geceymiş, başvurduğum 4 ilandan 2'si geri dönüş yaptı. Biri Webdenal diğeri ise Teknik Destek Sorumlusu arayan bir firmaydı.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-celZxGbN_XQ/WGBblhNnvyI/AAAAAAAAP7w/Lgb9DDCQAuAE06kp7gnb5PtNcvjO07_ygCLcB/s1600/webdenal-gece.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="480" src="https://3.bp.blogspot.com/-celZxGbN_XQ/WGBblhNnvyI/AAAAAAAAP7w/Lgb9DDCQAuAE06kp7gnb5PtNcvjO07_ygCLcB/s640/webdenal-gece.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<b>Hareketli Bir Hafta...</b><br />
<br />
Teknik Destek Sorumlusu arayan firma ile gittim görüştüm, oldukça pozitif bir görüşme gerçekleştirdik 20 Ağustos'ta. Aynı gün akşam saatlerinde Webdenal'dan bir eposta aldım, ama ben ertesi gün ancak akşam gördüm epostayı.<br />
<br />
Beni bilenler bilir, ben öyle telefonlarımı çok açmam. Webdenal da beni aramış ama ulaşamamış doğal olarak, kendilerini aramamı rica ediyorlardı. İş ararken telefonları açmamak neyin kafası diye sorarsanız; beni bir umut açtığım, ama reklam çıkan numaralar delirtti :)<br />
<br />
<i>Burada bir parantez açarak Canan (Çelikyay) Hanım'a da özel bir teşekkür etmek istiyorum. Daha sonradan başka işe alımlarda da şahsen deneyimlediğim gibi, yüzlerce başvurunun arasından seçmiş beni, hatta telefonu açmadığım halde bana ulaşmak konusunda "Bu çocukta iş var." diyerek ısrarcı olmuş. Benim için Webdenal'daki yeri ayrıdır.</i><br />
<b><br /></b>
<b>Doğru Bir Seçim...</b><br />
<br />
Pazartesi günü, cebimdeki son 10TL'nin 5TL'sini ankesörlü telefon kartı almak için harcadım. 20 Ağustos'taki diğer şirketle görüşmem pozitif geçmeseydi, cebimdeki parayı telefon kartına harcamayabilirdim. Özgüvenin yerine gelmesi güzel şey ;) Çarşamba günü, yani 26 Ağustos günü sabahtan da görüşmeye çağrıldım.<br />
<br />
Yıllar önce TOG'dan Rehberim Ralf Arditti Bey'in beni tanıştırdığı Turgut Derman ile görüştüm. Site İçerik Düzenleme, Müşteri İlişkileri ve Sosyal Medya / Grafik Tasarım konularında stajyer olarak işe başladım. Diğer işle şartları neredeyse aynıydı, belki diğer tara daha iyiydi, orasıyla ilgili de çok olumlu düşüncelerim vardı ama sanırım Turgut Bey'in TOG kurucularından olması ve geçmişte TOG'un hayatımdaki yanı ağır bastı ve Webdenal'ı seçtim. Kesinlikle doğru bir seçim yapmışım :)<br />
<br />
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-EulbQgsLY10/WGBRpYXuQfI/AAAAAAAAPvA/lbMEigzxNe80YkFCYC-MHMZ7kEQV1jTxACLcB/s1600/webdenal-yenisite.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="320" src="https://1.bp.blogspot.com/-EulbQgsLY10/WGBRpYXuQfI/AAAAAAAAPvA/lbMEigzxNe80YkFCYC-MHMZ7kEQV1jTxACLcB/s640/webdenal-yenisite.png" width="640" /></a><br />
<br />
<b>Webdenal'daki İlk Dönemlerim...</b><br />
<br />
Webdenal'daki ilk bir buçuk ayım ürünü girişi yapmak ve içerik düzeltmeyle geçti. Açıkçası aceleci davranmak istemiyordum, tarafıma verilen görevlerin yapılıp tamamlanmasına odaklanmıştım. Verileni iyi ve hızlı bir şekilde yapmalıyım diye düşünüyordum. Kanım kaynıyordu, "Şunu da, bunu da ve evet onu da yapabilirim..." demek için ama kendimi tutuyordum. <b>Her şeyi yapabilmek, hiçbir zaman işe yaramamıştı geçmişte.</b><br />
<br />
Ve sonra aşama aşama açılmaya başladım. Bannerları Turgut Bey tasarlıyordu eskiden, Turgut Bey'in bir haftalık bir yokluğunda banner işi bana geçti ve bende kaldı. O arada sosyal medya paylaşımlarının sorumluluğu da bana geçmiş oldu. O dönemde Murat Bey ile iletişimim ise ürün modellerini bulup Excal dosyası ile kendisine iletmemin ötesine geçmiyordu.<br />
<br />
<b>Sen Bu İşlerden Anlıyor Musun?</b><br />
<br />
Bir gün Murat Bey ile Osman Bey'i <a href="http://www.getbootstrap.com/" target="_blank">Bootstrap </a>üzerine konuşurlarken gördüm ve kendimi tutamayıp dahil oldum konuşmaya. Aslında birkaç kez daha denk gelmiştim bu tür konuşmalara ama tutmuştum dilimi. Murat Bey'in "Sen bu işlerden anlıyor musun?" sorusu ise milat oldu benim için ve o günden sonra en çok Murat Bey ile etkileşime geçtim.<br />
<br />
Webdenal'da uzun süredir çalışan Sevilay, bir keresinde "Bunca zamandır burada çalışıyorum, bu kadar girip çıkmamışımdır Murat Bey'in odasına." demişti. Yeni ofise geçtiğimizde ise odasına girip çıkmam diye bir şey kalmadı, çünkü kendi odasında bir masa açtı bana. O günden bugüne aynı odayı paylaşıyoruz.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-7qKoblcsazQ/WGBbAerOEeI/AAAAAAAAP5g/gBTFFwOsYhkHF7X0mLStygtxvrWBOozXgCLcB/s1600/webdenal-ofis.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="640" src="https://2.bp.blogspot.com/-7qKoblcsazQ/WGBbAerOEeI/AAAAAAAAP5g/gBTFFwOsYhkHF7X0mLStygtxvrWBOozXgCLcB/s640/webdenal-ofis.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Webdenal'ın tasarımının yenilenmesi, yeni özellikler eklenmesi, optimizasyon çalışmaları, arkadaki teknik işler, kodlamalar... Murat Bey'in inanılmaz bir bilgi birikimi vardı ve bu bilgiyi paylaşmak konusunda hiçbir çekincesi yoktu. Ne sorduysam cevapladı, cevaplamakla kalmadı anlattı detaylıca, karşına alıp görüşlerimi dinledi, radikal değişiklik taleplerime bile onay verdi.<br />
<br />
Halen bazen gün içerisinde bzen durar ve sorarım kendime "Neden görüşümü alıyor ki?"<br />
Bu sorunun doğru bir cevabı, hatta herhangi bir cevabı var mı bilmiyorum. Ama beni ekstra motive ettiği ve bir şeyi yaparken yan nedenlerini ve sonuçlarını da ayrıca sorgulamamı sağladığı da bir gerçek.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<b><br /></b>
<b>Bir İşten Çok Fazlası...</b><br />
<br />
Webdenal benim için bir işten çok fazlası, bazen bu kadar bağlanmış olmam doğru mu diye sorgulamıyor değilim kendimi. Ama seviyorum işimi, çalışma ortamımı, birlikte çalıştığım insanları. İşe gidince mutlu oluyorum, hatta ders ya da sınav nedeniyle bir iki gün uzak kalırsam kendimi kötü hissetmeye başlıyor ve hatta depresyona giriyorum.<br />
<br />
Bazı geceler kendi isteğimle ofiste sabahladığım da oluyor. Sakin sakin çalışmak, gün içerisindeki rutin işler dışında yeni bir şeyler yaratmak ve kendimi geliştirmek için kalıyorum. Mesai sınırlamalı yaşamıyorum Webdenal'da, bir parçam orası benim. Evimin bir odası o ofis, bazen o odada kalıyorum o kadar.<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-qQZyyCOWyXs/WGBbI1bp98I/AAAAAAAAP50/DwDuw61ReWs5fd46NdZyvyLXw8hLRGtSwCLcB/s1600/webdenal-hediye.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="640" src="https://4.bp.blogspot.com/-qQZyyCOWyXs/WGBbI1bp98I/AAAAAAAAP50/DwDuw61ReWs5fd46NdZyvyLXw8hLRGtSwCLcB/s640/webdenal-hediye.jpg" width="480" /></a></div>
<br />
<b>Baskı Benim Felcim...</b><br />
<br />
Uzattığım okulumu, bazı bazı ailem bile bana karşı koz olarak kullanırken bunun lafını etmeyen bir yer Webdenal. Derslerime gitmemi, sınavlara katılmamı elbette teşvik ediyorlar, hatta sınav zamanı ofisten kovalıyorlar ama daha fazla bir zorlamada ya da korkutmada bulunmuyorlar. Kaldı ki, baskıyla sonuç alınabilen bir insan değilim ben. Örneğin yoklama alınan derslere genelde katılmam ya da söz verdiğim yazıları yazamam... Baskı benim felç nedenim...<br />
<br />
Bazen kendi içime dönerim, deyim yerindeyse kayıplara karışır, dünya üzerinden silinirim. Kendimi bile arasam ulaşamam, o derece kaybolurum kendimde. Bu zamana kadar çalıştığım tek bir yer bu gel gitlerimi anlayabilmiş ve normalleştirebilmişti, Webdenal ise 10 yıl kadar sonra bu normalleştirebilen ikinci yer. Bu anlamda bile çok özel bir yeri hak ediyor.<br />
<br />
<b>Kat Kat Değer...</b><br />
<br />
Evimde bir kitaplık tamamen Turgut Bey'in bana bağışladığı çok değerli kitaplardan oluşuyor, yıllarca okusam bitiremeyeceğim kadar çok kitabım oldu. Hangisinden başlayacağımı veya ne ara okuyacağımı bilemediğim, ama hepsini de okumak istediğim bir dünya kitap. Bu kitaplık bile paha biçilemez bir şey kesinlikle.<br />
<br />
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-kRNbkMtoXkI/WGBbOwhKWvI/AAAAAAAAP6c/rY_tNFTsGCEyy18TPsAQfa1Tpqm_XZ8-QCLcB/s1600/webdenal-kitap.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em; text-align: center;"><img border="0" height="480" src="https://2.bp.blogspot.com/-kRNbkMtoXkI/WGBbOwhKWvI/AAAAAAAAP6c/rY_tNFTsGCEyy18TPsAQfa1Tpqm_XZ8-QCLcB/s640/webdenal-kitap.jpg" width="640" /></a><br />
<br />
Ya da yaz başında nişanlanmayı planladığım dönemde, ailemin aramalarıma cevap vermemesi sonrasında Murat Bey'in istersen kız istemeye biz gidebiliriz teklifinde bulunması bile hani 'düşünmeniz yeter' dediğimiz şeylerden biri. Ki "Hadi gidelim..." desem, ikiletmeyeceklerine de adım gibi biliyorum.<br />
<b><br /></b>
<b>Çok Şey Öğrendim...</b><br />
<br />
Bir yıl öncesine baktığımda, Webdenal'da inanılmaz bir yol kat ettiğimi görüyorum. En basitinden bir yıl önceki kodlama bilgim ile şimdiki halimi karşılaştıramam bile, o derece çok şey öğrendim. Sadece kodlamaya dair değil, eticaret sektörüne, iş hayatına, günlük hayata, insan ilişkilerine ve pek çok farklı şeye dair hayal edemeyeceğim kadar çok şey öğrendim ve deneyimledim. Daha öğrenecek çok şeyim olduğunu biliyor, yola keyifle ve istekle devam ediyorum.<br />
<br />
<b>Yeniden Teşekkürler...</b><br />
<br />
Bu zamana kadar her şekilde ve her koşulda yanımda olan Murat Bey ve Turgut Bey başta olmak üzere, tüm çalışma arkadaşlarıma tek tek teşekkür ediyorum. Sizlerle çalışmayı seviyorum. İyi ki varsınız, iyi ki yollarımız Webdenal'da kesişti.<br />
<b><br /></b>
<b>Hepinize Mutlu Yıllar...</b></div>
Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-56347089444332026672016-11-14T20:20:00.000+03:002018-10-06T20:24:23.522+03:00Akademisyenlerimize ve Yeni Rektörümüze Selam Olsun...<i>Üç yıl önce buradan Rektörümüz Gülay Barbarosoğlu'na seslenmiştim, "<a href="http://www.okck.net/2013/06/rektorumuze-selam-olsun.html" target="_blank">Rektörümüze Selam Olsun...</a>" diyerek, şimdi ise üniversitemizin akademisyenlerine seslenmek istiyorum.</i><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/--92Di_dZ6fU/WCnxXrL1LzI/AAAAAAAAPk0/ox22EN7X7wUw2vm_qTHX8-KScnt-OTv7gCPcB/s1600/bogazici-universitesi-ohal.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="360" src="https://3.bp.blogspot.com/--92Di_dZ6fU/WCnxXrL1LzI/AAAAAAAAPk0/ox22EN7X7wUw2vm_qTHX8-KScnt-OTv7gCPcB/s640/bogazici-universitesi-ohal.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<b>Saygıdeğer Akademisyenlerim...</b><br />
<br />
Bugün çok üzüldüm...<br />
Boğaziçi'nin de aydınlık geleceğine dair umutlarım biraz daha yok oldu...<br />
Çünkü yoktunuz...<br />
Bini aşkın öğrenci, atanan değilen seçilen rektörlerini isterken orada değildiniz.<br />
<a name='more'></a><br />
Umut etmiştim.<br />
Akademik kimliğinizin sembolü cüppelerinizle, seçtiğiniz Rektörü ve demokrasiyi en önde savunursunuz diye...<br />
Ama yanılmışım...<br />
<br />
Hak geçmesin, birkaçınız vardı aramızda ama akademisyen kimliğinizle değil de sivildiniz.<br />
Ve birkaç taneydiniz sadece...<br />
348 taneniniz oy vermişti Gülay Barbarosoğlu'na oysa ki, ama yoktunuz orada işte...<br />
Sadece sayıymışsınız, ötesi yokmuş onu öğrendim...<br />
<br />
Kızgın değilim size, kırgınım...<br />
Kızamıyorum artık hiçbir şeye...<br />
<br />
<b>Ve Yeni Rektörümüz, Size De Selam Olsun...</b><br />
<br />
Siz de bu üniversitenin çok değerli bir akademisyenisiniz...<br />
Akademik başarılarınızın yanına dahi yaklaşamam...<br />
Kardeşinizin AKP'li olması da umrumda değil.<br />
Kardeşiniz üzerinden size vurulmasını da hiç doğru bulmuyorum.<br />
<br />
Ama bugün Rektörlüğü kabul etmişsiniz...<br />
Red etmenizi umardım ama umduklarım sadece yanıldıklarım artık, daha fazla üzülmedim...<br />
Belki daha alakasız biri atanır diye çekindiniz, kimbilir...<br />
<br />
Hepinize Çok Selam Olsun...<br />
Ne desem boş, siz susmayı kabul ettikten sonra...<br />
<br />
<b>Gelecekten Gelen Not:</b><br />
<br />
Bu akademisyenlerimiz cübbelerini giyip Güney Meydan'da toplanarak bir tepki bildirisi yayınladı, aşağıda tam metnini bulabilirsiniz.<br />
Ama Pazartesi günü öğrenciler ile bir olsalardı daha güzel olurdu...<br />
Yine de akıllarına sağlık... <br />
<br />
<i>Boğaziçi Üniversitesi’nin benimsemiş olduğu ‘Akademik İlkeler’ evrensel değerlere dayanır. Bu ilkelerden biri ‘üniversitelerde karar alma yetkisinin demokratik yöntemlerle seçilmiş kurullarda ve akademik yöneticilerde’ olmasıdır. ‘Başta rektör olmak üzere tüm akademik yöneticiler atamayla değil seçimle belirlenmelidir.</i><br />
<br />
<i>Bir kamu üniversitesi olarak Boğaziçi Üniversitesi’nin yıllar içinde özenle kurduğu katılımcı yönetim modeli ve yöneticilerini demokratik yöntemlerle belirleme pratiği uluslararası akademik başarısının temelini oluşturur. Çünkü toplum yararına olan bilimsel bilgi ancak ifade özgürlüğünün korunduğu, farklılıkların bir arada olabildiği bir üniversite ortamında üretilir ve paylaşılır.</i><br />
<br />
<i>29 Ekim 2016 tarihli 676 sayılı KHK’nın 85. maddesi üniversitemizde uygulanan demokratik ve özerk yönetim modeline büyük bir darbe vurmuştur. Üniversiteler tamamıyla siyasi iradenin tasarrufuna terk edilmiştir. 1 Kasım 2016 tarihli basın açıklamamızda bu duruma işaret etmiş ve KHK’nın ilgili maddesinin iptalini talep etmiştik. Geçen sürede, talebimiz yerine getirilmediği gibi, yüzde 86 oy oranıyla seçtiğimiz rektör atanmamıştır.</i><br />
<br />
<i>OHAL’e dayandırılan bu durumun demokratik meşruiyetinin olmadığını bir kez daha ilan ediyoruz. 676 sayılı KHK’nın ilgili maddesi iptal edilmeli, yerine demokratik, özerk ve katılımcı üniversitenin ilkelerine uygun yeni bir düzenleme getirilmelidir.</i><br />
<br />
<i>Bizler her kamusal mecrada bu talebimizin takipçisi olacağız. Üniversitemizdeki özgür, bağımsız ve barışçı akademik ortamı bozacak her tür müdahalenin de karşısında duracağız. Rektör belirleniminin üniversitenin iradesi doğrultusunda gerçekleştirileceği bir sisteme en kısa zamanda dönülmesi gerektiğine inanıyoruz ve bunun gerçekleşmesi için mücadele edeceğiz.</i>Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-8555508318891094232016-10-14T18:14:00.000+03:002018-10-06T20:29:57.294+03:00Fifty Shades Darker: Allah İnsana Çirkin Şansı Versin<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-baTfBUqlqZM/WKmgoJqBIbI/AAAAAAAAQrg/pp6zhYbtRxs-yO0Yu93NsZTEIuOEFJHAQCLcB/s1600/fifty-shades-darker.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://4.bp.blogspot.com/-baTfBUqlqZM/WKmgoJqBIbI/AAAAAAAAQrg/pp6zhYbtRxs-yO0Yu93NsZTEIuOEFJHAQCLcB/s640/fifty-shades-darker.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Bu haftasonu "Fifty Shades Darker" filmine gittim, evet yaptım bunu. Sinemada film izlemek için kıstas olarak aldığım, tüm sanatsal ve/ya görsel şov gibi şeyleri bir kenara bırakarak gittim. Beklentilerim sıfırın altında olduğu için keyif aldım. Ama her şey bir kenara, tüm filmin özeti şu: Allah insana çirkin şansı versin.<br />
<br />
<a name='more'></a>Fifty Shades serisini okumadım, Çok Satanlar listesindeki kitapları okumak bana pek cazip gelmiyor. Bununla birlikte bugüne kadar hiç seri de okumadım. Elime aldığım kitap beni sararsa kendimi tutamıyor ve saatlerce uyanık kalmak zorunda kalsam da okuyup bitiriyorum, bir de seri okursam kitap yollarında ölürüm herhalde.<br />
<br />
Fifty Shades'in ilk filmine arkadaşımın karşı konulmaz isteği ile gitmiştim. Kitap da çok övülmüştü ve beklentilerimi arşa yükselterek gittim. Sonuç pek tabii ki hüsran. Gerçi hüsran kelimesi yetersiz gelir, yıkım oldu tam anlamıyla.<br />
<br />
Hayır hikaye çok basit olduğu için falan değil. Bence daha iyi bir oyunculukla, çok daha başarılı bir film izleyebilirdik. Serinin ikinci filmi Fifty Shades Darker'da ilkine göre gelişen bir şey yok, ama biraz az önce de söylediğim gibi beklenti namına hiçbir şey taşımadığım için keyif aldım. Yoksa her şey en az ilki kadar kötü.<br />
<br />
<h3>
Nereden Buldunuz Bu Çirkin Kızı?</h3>
Dakota Johnson çirkin bir kadın, gerçekten çirkin. Yüzü de çirkin, vücudu da çirkin. Hele böyle şatafatlı bir film için daha da çirkin. Tamam belli ki kitapta da Anastasia Steele çok ahım şahım bir hatun değil, ama neden Dakota Johnson. Bu role oturabilecek ve kat kat daha iyi rol yapabilecek bir dolu artist var. Sibel Kekilli'yi alın, GoT'taki Türk kızı triplerini de yap deyin, cuk diye oturur filme.<br />
<br />
Jamie Dorman yakışıklı adam, Grey'i de iyi oynuyor bence. Gerçi seriyi okuyan arkadaşım, Jamie Dorman'ı Grey karakteri için zayıf buluyor ama Dakota'ya fazlasıyla iyi. Yüzünde ara ara oluşan aptal ifade, neden Dakota gibi bir çirkini tercih ettiğini göstermek için sanki. "Deli gibi param var, ama ben aptalım!"<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="https://3.bp.blogspot.com/-8xwH6_D48Qo/WKmqOdiqHAI/AAAAAAAAQrw/nve9diJ354ItvZjFF34bzTzNC2kv4WkFQCLcB/s1600/kim-basinger.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="264" src="https://3.bp.blogspot.com/-8xwH6_D48Qo/WKmqOdiqHAI/AAAAAAAAQrw/nve9diJ354ItvZjFF34bzTzNC2kv4WkFQCLcB/s640/kim-basinger.png" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Kim Basinger - L.A. Confidental</td></tr>
</tbody></table>
O değil de Kim Basinger'a ne olmuş öyle? O dünya güzeli kadın gitmiş, yüzü botokstan berbat olmuş. Tamam 64 yaş az değil ama çok da değil. 74 yaşındaki Ajda Pekkan, Kim Basinger'ın yanında taş bebek gibi kalır. Elena gibi Grey'in hayatında kritik bir öneme sahip bir kadının rolü de o kadar basitti ki filmde, bir kat daha yıkıldım. Kim Basinger kendini harcamış, filmin yapımcıları da Kim'i.<br />
<br />
<h3>
Allah İnsana Çirkin Şansı Versin...</h3>
Sen ki koskoca Christian Grey'sin, alışverişe gidip havalimanı alıyorsun (e yuh...) ve güzel olmadığı gibi hiçbir yeteneği olmayan hatta salakça bir Anastasia Steele'i seçiyorsun. Allah seni bildiği gibi yapsın be Grey, sen nasıl CEO'sun! :)<br />
<br />
Anastasia da az değil hani, şartları yeniden belirleyelim, ağırdan alalım falan diyor ama Grey'den önce koşuyor. Kızım rahat bırak kendini, Grey alsın uçursun seni. Çocuğun kafa uçmuş zaten, aklı melekelerini falan yitirmiş. Gençlere yönelmeliyiz gibi artık klişeleşmiş fikirlerle aferini kapacağın işi falan bırak, dünyayı dolaş, hayatını yaşa. Deli misin nesin, bu kadar şanslısın madem yaşa hayatını...<br />
<br />
<h3>
Hadi Biraz Da Filmi Gömelim...</h3>
Filmin, ilki gibi elle tutulur bir tarafı yok. Saçmalıklar art arda geliyor ve durduramıyorsunuz, kimse durduramıyor, kimse durdurmak için bir şey de yapmıyor. O kadar saçma ki her şey, mantıklı bir şey olursa rahatsız oluyorsunuz.<br />
<br />
Film çat diye Grey'in ufaklığının yatağın altına saklanması flashbackiyle başlıyor ve bir daha doğru düzgün o ana dönülmüyor. İlk bir iki dakika filmin başladığına emin olamadım, başka bir filmin tanıtımı falan sandım. Bir taraftan da biraz ümitlendim aslında, ilginç bir başlangıç var, devamı güzel gidecek diye. Ama gitmedi...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://3.bp.blogspot.com/-IbajXDsKDCY/WKm2DnyjvMI/AAAAAAAAQsQ/GpWDyLGCOYgcXAPRomKT_TMCIaBtc6XWQCLcB/s1600/fifty-shades-darker-bath.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="264" src="https://3.bp.blogspot.com/-IbajXDsKDCY/WKm2DnyjvMI/AAAAAAAAQsQ/GpWDyLGCOYgcXAPRomKT_TMCIaBtc6XWQCLcB/s640/fifty-shades-darker-bath.gif" width="640" /></a></div>
<br />
Bol bol sevişiyorlar, ama ilk filme göre sahneler daha soft. İlk film aldı bir yere getirdi artık, oradan daha yukarı çıkılacağını falan sanıyorsanız, yok öyle bir şey. Gerçi arka koltukta oturan gençlerden biri arada arkadaşlarına, "Beni nasıl bir filme getirdiniz?" diye dert yanıyordu ama o kadar değildi cidden.<br />
<br />
Dakota Johnson ile yapılan bir röportajda sormuşlar, "Jamie ile önceki filmde ilk kez tanışmıştınız, ama bu filmde artık arkadaştınız da. Yabancı biriyle sevişmek mi daha kolay oldu, yoksa arkadaşınızla mı?" diye. Dakota da demiş ki, "Arkadaşım olan Jamie ile sevişmek çok daha kolay oldu. Hem şimdi ikinci ve üçüncü filmi bir arada çektik, aylarca birlikte çalıştık, artık iyice kaynaştık birbirimize."<br />
<br />
<h3>
Fifty Shades Darker Saçmalıkları Top 3</h3>
Listemizin üçüncü sırasında, kendisini taciz eden baş editörün yerine Anastasia'nın geçirilmesi var. Hem de gençlere yönelmeliyiz gibi klişe bir öneri sonrası kaptığı aferin ile. Yok artık...<br />
<br />
İkinci sırada Elena gibi kritik bir karakterin, Anastasia'nın diş fırçası kadar değerinin olmaması var. Anastasia'nın Grey'in yanına taşınırken evine gidip aldığı diş fırçası bile Elena'dan daha değerliydi filmde. Yineliyorum, nasıl da harcamışlar Kim'i?<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/-xIV9cNPFpvM/WKm0DAd48EI/AAAAAAAAQsA/zqbWL2SAdbMGtcxf8tSWOXxncfcj3DEuACLcB/s1600/fifty-shades-darker-crash.gif" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="266" src="https://2.bp.blogspot.com/-xIV9cNPFpvM/WKm0DAd48EI/AAAAAAAAQsA/zqbWL2SAdbMGtcxf8tSWOXxncfcj3DEuACLcB/s640/fifty-shades-darker-crash.gif" width="640" /></a></div>
<br />
Ve listemizin ilk sırasında helikopter kazası yer alıyor. Grey, Cuma akşamı iş gezisine çıkıyor, Cumartesi sabah işlerini hallediyor, öğleden sonra helikopteri ile gezmeye çıkıyor. Dağların üstünden geçerken helikopterinin üst pervanesi yanarak bozuluyor ve ormanlarla kaplı dağa düşüyor.<br />
<br />
Herkes telaşlı, karizmatik ve genç CEO kaza geçirmiş. Tüm haber kanallarında Grey var, herkes onu arıyor. Ama Grey aslında Supermen olduğu için kazadan bir iki sıyrıkla kurtuluyor ve Cumartesi akşamı evine ailesinin yanına uçarak geliyor. Yaşa be <b>Supergrey</b>...<br />
<br />
<b>Son Sözler...</b><br />
<br />
Fifty Shades Darker'a gidecekseniz ya da gitmez zorunda kalacaksanız, filme eğlencelik bakın. Hatta saçmalıklarına gülmek için falan gidin. Çok ciddiye almayın filmi, hatta hiç ciddiye almayın. Ciddiye almayınca eğlenceli bile oluyor aslında :)<br />
<br />
Fifty Shades serisini aslında tek sezonluk bir dizi yapsalarmış, çok daha başarılı olabilirmiş. Hem olayları zıp zıp geçmek zorunda kalmazlardı, hem karakterlere daha çok yer ayırabilirlerdi, hem de oyunculuklar bir dizi için gayet yeterli olurdu. Açıkçası bu anlamda harcanmış bir seri diyebiliriz Fifty Shades için.<br />
<br />
Bir sonraki incelemede görüşmek üzere...<br />
Söz veriyorum, daha aklı başında bir film olacak ;)Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-33838549146770862932014-07-05T01:03:00.002+03:002017-02-13T03:54:01.932+03:00Boğaziçi Üniversitesi Mezuniyet Konuşması<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<b>Ve güzel bir hikayenin daha sonuna geldik…</b><br />
<br />
Bu aslında bir son değil, bu Boğaziçi’nde kazandıklarımızı diğer insanlara ulaştırmak için yeni bir başlangıç. Bugün burada keplerimizi, baharda her biri bir başka güzel çiçeğe dönüşen tohumlar gibi havaya atacak ve başka başka hayatlarla Boğaziçili olmanın farklılığını paylaşacağız…<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-biEVnQQpa30/U7cYSfRJhGI/AAAAAAAAMag/aOABmj7lCbcAGq_H8MP7Wzj9blgo0NhBACPcB/s1600/boun-mezuniyet.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://4.bp.blogspot.com/-biEVnQQpa30/U7cYSfRJhGI/AAAAAAAAMag/aOABmj7lCbcAGq_H8MP7Wzj9blgo0NhBACPcB/s640/boun-mezuniyet.jpg" width="640" /></a></div>
<a name='more'></a><br />
Boğaziçili olmak bir farklılık, çünkü burası okuyup bitirdiğimiz bölümlerimizle bizi kısıtlayan sıradan bir okul değil. Burası bize neyi nasıl yapacağımızı öğreten ve örnekleriyle yaşatan bir üniversite. Memleketlerimizden tek tek kopup geldiğimiz ama artık hiç kopmak istemediğimiz sımsıcak bir ev, en zorlu sınavlarından çıktıktan sonra ağız dolusu sövüp de Manzara'da kafamızı dağıtırken "İyi ki Boğaziçiliyim!" diye naralar attıran deli bir aşk, kendimizi dünyanın hiçbir yerinde olmadığı kadar özgür hissettiren ütopik bir ada…<br />
<br />
<b>Bizler Boğaziçiliyiz…</b><br />
<br />
Bizler ki, ‘apolitik’ olduğumuzu düşünenleri ters köşeye yatırırcasına binler olup hep birlikte direndik meydanlarda, insan olarak hep birlikte yürüdük Boğaziçi’nin bizlere kazandırdığı 150 yıllık eşsiz kültürle. Bizi Kaf Dağı’nın tepesine oturtup da bizleri toplumdan kopuk sananları şaşırtıp ellerimizi halka uzatarak onların sevinçlerini ve acılarını paylaştık.<br />
<br />
Halide Edip’in dediği gibi "Eğitim, insanları insanca duygu ve anlayışa göre yoğurmuyor ise boşunadır." Boğaziçi’nde aldığımız eğitim, boşuna değildi, bunu bir yürek olup atarken ve bir can olup sızlarken hissettik içimizde.<br />
<br />
<b>Ve bu his, her bir Boğaziçili ile daha bir derinleşti, daha bir coştu…</b><br />
<br />
Nuri Bilge Ceylan’ın Altın Palmiye Ödülü’nü kazanması herkes gibi bizi de mutlu etti, ama onun bir de Boğaziçili olması mutluluğumuzu bir kat daha artırdı. Soma’da hayatını kaybeden yüzlerce madencimiz bizleri derin bir kedere boğdu, ama onlardan bir veya birkaçının Boğaziçili arkadaşlarımızın sevdikleri olması üzüntümüzü bir kat daha artırdı. Melih Kibar’ın Boğaziçili olduğunu öğrendiğimizde daha bir zevkle izledik Hababam Sınıfı’nı ve bizleri zamansızca bırakıp giden Boğaziçili arkadaşlarımızın ölümleri bizlerin yüreklerini daha bir fazla acıttı.<br />
<br />
Çünkü biz Boğaziçi’nde kocaman bir aile olduk… Aynı çimleri paylaştık, aynı Manzara’da gülüp eğlendik, aynı Petekler’de kafa dağıtıp aynı Steps’te derse yetişmek için Shuttle bekledik. Diğer insanlara tuhaf gelen bir dil geliştirdik kendi aramızda ve bir çoklarının anlayamayacağı şeylere üzüldük ve de sevindik. <br />
<br />
<b>Belki de artık adımızı bile söylemeden önce diyoruz ki ‘Boğaziçiliyim!’…</b><br />
<br />
Bu bir etiket değil...<br />
Bu bir yaşam felsefesinin adı, 150 yıllık bir kültürün her bir düşüncemize ve her bir hücremize işlemiş hali. Bu, insanlığa ve yarınlara verilen bir güvence; "Ben var oldukça hiç korkma! Çünkü ben, bir Boğaziçili olarak sistemler ve ideolojiler üstü bir kültürün üyesiyim. Beni ne bugünün baskıları yıldırabilir, ne de politikaları vazgeçirebilir Boğaziçili olmamdan… Boğaziçi, 150 yıllık bir tarih ve ben de bunun bir parçasıyım… ‘ demenin bir özeti ‘Boğaziçiliyim!’ demek…<br />
<div>
<br />
<b>Teşekkürler… </b><br />
<br />
Eskilerin deyimiyle elleri öpülesi, engin bilgilerini bizlerle paylaşmak için çabalayan değerli hocalarımıza teşekkürler... Üniversitemizi daha yaşanabilir bir kampüse dönüştürmek için didinen Rektörümüzden, sıcak bir ‘Kolay gelsin!’ ile yüzü gülen ama pek çoğunun adını bilmediğimiz tüm emekçilerimize kadar herkese teşekkürler...<br />
<br />
Ama en çok teşekkür sizlere... Yani Boğaziçi’ni Boğaziçi yapan siz öğrenci arkadaşlarıma teşekkürler... Bana en az bu eşsiz üniversitenin kattığı kadar şey katan sizlere teşekkürler...<br />
<br />
<i>Bir gün birbirimizden ayrı düşsek bile, biliyoruz ki ayrı değil yollarımız...<br />Ve aynı yolda yürüdükçe gün gelir, ellerimiz yine dostça birleşir...<br />Ayrılsak bile kopamayız...</i></div>
<div>
<br />
***</div>
<div>
<br /></div>
<h3>
Yazının Hikayesi...</h3>
<div>
<br /></div>
<div>
Yukarıdaki metin, Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Bölümü 2014 mezunu Ayşegül Acar'ın Uygulamalı Bilimler Yüksek Okulu Diploma Töreni'ndeki konuşması için tarafımca yazılmıştır.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ayşegül, 21 Haziran akşamı bana ulaştı ve blogumu severek takip eden bir okur olduğunu dile getirdi. Mezuniyet konuşması için yardım istedi, bense normalde siparişle yazı yazmak konusunda çok başarılı olmamama rağmen düşünmek için biraz süre istedim kendisinden.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Kendisine tek sorum, içerik olarak özel bir isteğinin olup olmadığıydı... Benden, diğer mezunların adına da olacağı için bireysel değil de çoğulcu, Boğaziçi'nin önemini ve mezuniyet sevincini anlatan, üniversite yaşamını, arkadaşlıkları, sosyal hayatı içeren, klişeden uzak ve duyguları yansıtan bir konuşma rica etti...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Konuşma metnini para karşılığında hazırlamadım, çünkü yazdığım yazılara şahsen paha biçemiyorum. Blogumda reklama yer vermememin nedenlerinden bir tanesi de bu zaten. Ayşegül'den tek isteğim, konuşma sırasında bana bir teşekkür etmesiydi ki bunu kendisi seve seve kabul etti. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Yazı metnini, Sinop'tan, ailemin yanından gelirken hazırladım. Kafamda bir mezuniyet günü konuşma yaptığımı hayal ettim ve metni oluşturup olgunlaştırdım. Salı günü bilgisayarımın başına geçtiğimde, yazı aslında hazırdı sadece yazılı olarak yoktu, aklımdaki henüz siz değerli okuyucularımla buluşmamış yüzlerce diğer yazı gibi.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Yazıyı yazarken aklımda iki şey vardı, ilki bu sadece iki sayfalık bir yazı ve güzel bir günde okunacak, ikincisi ise Ayşegül benim bir okuyucum ve yazılarımı beğeniyor. Yani yazı pozitif unsurlar içermeli ve güzel hatırlanmalıydı, ama yazılarımdan da izler taşımalı ve dengeli olmalıydı.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
İşte bu nedenle; Nuri Bilge Ceylan ile mutlu olup Soma ile üzüldüğümüzü, Melih Kibar ile neşelenip intihar eden arkadaşlarımızla dertlendiğimizi dile getirdim. Türkçe-İngilizce karışımı garip dilimize atıfta bulunup bunun bize özgü bir şey olduğunu belirttim. Ve yazının sonuna da, Rektör ve diğer hocalarla birlikte kampüs yaşamımızın sessiz emekçilerine de bir teşekkür ekledim.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ayşegül metni çok beğendi, konuşma metnini gönderdiği hocası da 'Uzun zamandır gördüğüm en güzel mezuniyet yazısı...' diyerek tebriklerini iletti tarafıma. Sevindim buna, ama bir taraftan da üzüldüm. Bunca kalemi güçlü öğrencisi olan bir üniversitede neden uzun zamandır güzel bir mezuniyet yazısı yazılmamıştı ki? </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ve bugün diploma töreninde, Albert Long Hall'de Ayşegül Acar mezuniyet konuşmasını yaptı. Ayşegül'ün ilettiğine göre, konuşma çok beğenilmiş. Hatta kim olduğum da merak konusu olmuş :)<br />
<br />
Ayşegül, eğer ulaşabilirse videonun bir kopyasını bana iletecek, ben de konuşma kısmını kesip bu yazıya ekleyeceğim. Umarım video elimize geçer de, ben de sizlerle buradan paylaşabilirim...</div>
<div>
<br /></div>
<h3>
Bir Teşekkür De Benden...</h3>
<div>
<br /></div>
<div>
Ve ben de şimdi Ayşegül'e teşekkür etmek istiyorum...<br />
Beni severek takip eden bir okurum olduğu, bu metni oluşturmam için bana ulaştığı ve benim mezuniyetim olmamasına rağmen farklı bir sevinç yaşamamı sağladığı için...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Ve teşekkürler Boğaziçi...</div>
<div>
Sana bazı bazı kızsam da, hayatımda çok özel ve farklı bir yere sahip olduğun için...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<b>İyi ki varsın Boğaziçi...</b></div>
<div>
<b>İyi ki varsınız Değerli Okurlarım...</b></div>
Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-18557124327807116462014-06-05T12:13:00.000+03:002018-10-06T21:01:11.935+03:00Gripin - Vazgeçtim Ben Bugün<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<iframe allowfullscreen='allowfullscreen' webkitallowfullscreen='webkitallowfullscreen' mozallowfullscreen='mozallowfullscreen' width='640' height='532' src='https://www.youtube.com/embed/Y-AsetXNqDk?feature=player_embedded' frameborder='0' /></div>
<br />
<div style="text-align: center;">
Bu aralar dilime fazlasıyla dolanmış ve fazlasıyla derinlerimde hissettiğim bir şarkı...<br />
Benden sizlere gelsin....<br />
<br />
<a name='more'></a></div>
<blockquote class="tr_bq" style="text-align: center;">
Güzel günler gelir,<br />
Ben görür müyüm bilemem.<br />
Su yolunu bulur,<br />
Ben bulur muyum, bilemem.<br />
<br />
Mermere kazınmış adım,<br />
Ben okur muyum bilemem.<br />
Üzerimde beyaz bir gül,<br />
Ben koklar mıyım bilemem.<br />
<br />
Bazen sevdim, bazen sevildim,<br />
Uzadı burnum, sivrildi dilim,<br />
Kırdıysam sizleri özür dilerim,<br />
Artık helalleşelim.<br />
<br />
Ölümüne yaşadım hayatımı,<br />
Geçti üstümden…<br />
<br />
Vazgeçtim ben bugün,<br />
Vazgeçtim bu dünyadan,<br />
Vazgeçtiğim ne var ne yoksa,<br />
Hepsi sizin olsun...<br />
<br />
Vazgeçtim övülmekten,<br />
Vazgeçtim sövülmekten,<br />
Vazgeçtiğim ne var ne yoksa,<br />
Hepsi sizin olsun...</blockquote>
<div style="text-align: center;">
Söz : Birol Namoğlu & Haluk Kurosman</div>
<div style="text-align: center;">
Müzik : Birol Namoğlu & Haluk Kurosman & Arda İnceoğlu</div>
Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-79371928192342432032014-05-15T16:12:00.001+03:002018-10-06T22:28:18.867+03:00Kaybetmemek İçin...<br />
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-utWWGOLkPqc/U3S9YtmFiBI/AAAAAAAAMTE/S4WHTJiOaIA/s1600/okck-madenci.jpg"><img border="0" height="237" src="https://1.bp.blogspot.com/-utWWGOLkPqc/U3S9YtmFiBI/AAAAAAAAMTE/S4WHTJiOaIA/s640/okck-madenci.jpg" width="640" /></a><br />
<br />
<h3>
İçim Yanarken Sizlere Acı ve Donuk Bir Merhaba Diyorum...</h3>
Bir çok arkadaşımız, oldukça ulaşılmaz olduğum bir şahsi bunalım dönemimde bir şekilde bana ulaşarak, üniversitemizin neden Soma'daki faciadan sonra bu kadar sessiz kaldığını anlamadıklarını ve hayal kırıklığı yaşadıklarını dile getirdiler. Bu dile gelişe cevabımı, çok uzun bir aradan sonra bu yazıyla sizlerle paylaşmak istiyorum. Okumanız dileğiyle...<br />
<div>
<br /></div>
<div>
<h3>
Tepkisizlik Hakkında Haklısınız...</h3>
Şahsen bu tepkisizlik üzerine olan düşüncelerinde haklılar bu arkadaşlarım...<br />
<br />
Bir süredir bu konuda yazılı ya da birebir olmak üzere, ulaşabildiğim tüm üniversite makamlarına bu tür olaylara olan tepkisizliklerine tepkimi, deyim yerindeyse isyan ederek hatta <a href="http://www.okck.net/2013/12/cok-kizginim-sana-bogazici.html">biraz da öfkeli bir şekilde</a> haykırmaktayım.<br />
<br />
Ancak <a href="http://www.okck.net/2014/01/kilyos-maceramin-da-sonuna-geldim.html">Kilyos'tan Güney'e sürülmemle ateşlenen</a> ve kişisel bunalımımın tavan yapması ve şahsi olarak her şeyin daha kötüye gitmesiyle devam etmekte olan süreçle birlikte bir süredir sessizim. Kendime, üniversiteme, ülkeme kırgınım, o nedenle de isteksizim.<br />
<br />
Onca görüşmeden sonra hala sessiz kalmak konusunda anlamsız bir direniş gösteren, öğrencisiyle doğru bir iletişim kurmak konusunda hala bin türlü sıkıntısı olan üniversitemin bu tepkisizliğinin nedeni üzerine çok ama çok düşündüm...</div>
<div>
<br />
<h3>
Peki Nedeni Ne?</h3>
Sanırım; başarıya odaklanmış olan üniversitemiz ve bireyleri, başarısızlık olarak nitelendirilebilecek bu tarz olumsuz durumlara karşı hazırlıksızlar. Ne yapacaklarını bilemiyorlar ve dolayısıyla doğru tepkiler veremiyorlar.<br />
<br />
Bu tepkisizliğin diğer bir nedeni ise, öğrencilerin kendilerine gelmelerini beklemeleri. Öğrencilerin talep etmesini, onlara ulaşmalarını bekliyorlar. İçimize 'inip' nabzımızı tutmayı, o kadar meşguliyetlerinin arasında çok zor görüyorlar.<br />
<br />
Üniversitenin %34,5'inin temsil edilmediği ÖTK'nın, öğrencilerle aralarındaki bağ olacağını sanıyorlar ama bu bağın pamuk ipliğinden bile ince olduğunun farkında değiller. ÖTK üniversitemiz öğrencileri için o kadar da büyük anlam ifade etmiyor, zaten bir anlam ifade ediyor olsa ÖTK'ya seçimlerine katılım daha üst düzeyde olurdu.<br />
<br />
Ayrıca üniversitemizin de dahil olduğu eğitim sistemimiz, öğrencilerinin bir insan olduğunun farkında değil. 'Öğrenci' kavramını; duygulardan ve düşüncelerden arındırılmış, bir şeyler öğrenmesi ve öğrendiklerini sistemin istediği şekilde ispat etmesi beklenen bir şey olarak görüyor. Boğaziçi'nin gerçekten bu konuda farklılık yaratmasını isterdim, ama ne yazık ki o da bu sistemin bir parçası.<br />
<br />
<h3>
Kaybederiz...</h3>
Üniversitenin harekete geçmesini ya da artık kemikleşmiş bu kafa yapısını yıkmasını beklersek daha çok bekler, sonunda da umutlarımızı kaybederiz.</div>
<div>
<br />
Ne yaşadığımızı, düşündüğümüzü, hissettiğimizi bilmeden, dinlemeden, dinlese bile anlayamadan, bizlerin 'insan' olduğumuzu unutup bize 'öğrenci' diyen büyüklerimizin karşılarında sonuna kadar duramazsak kaybederiz.<br />
<br />
Bu sistemin bir parçasına dönüşüp üniversitemizin etkinliklerine 'CEO'lar yerine, bu üniversiteden mezun olup KPSS ile öğretmen olmuş, bilim insanı olmayı hayal ederken özel bir güvenlikçi olmuş, mühendis olmasına rağmen işsiz kalmış mezunlarımızı getirmezsek kaybederiz.<br />
<br />
"Boğaziçi sanki özel bir üniversite..." ve/ya "Boğaziçililer çok farklı..." gibi savları, yaşam şeklimizle ve düşüncelerimizle destekleyip kendimizi diğer insanlardan çok üst bir noktada görmeye başlarsak kaybederiz.<br />
<br />
Aç insanların haline üzülüp bir hafta bile aç kalmaya tahammülümüz yoksa, sokakta yaşayan insanların haline acıyıp bir gece bile eğlence olsun diye değil gerçek anlamda sokakta kalmamışsak, fakirliği arabamız olmaması ya da telefon modelimizin eski olmasıyla kıyaslıyorsak kaybederiz.<br />
<br /></div>
<div>
<h3>
Kaybetmemek İçin...</h3>
Kaybetmemek için harekete geçmek, 'insan' olduğumuzu her fırsatta dile getirmek ve bunu görmek istemeyen ya da görmezden gelen gözlere sokmak gerekiyor...<br />
<br />
Kaybetmemek için, illa birlik olmayı beklememek, birey olarak da tepkimizi göstermeyi öğrenmek, diğerlerinin bizden hiçbir üstün tarafları olmadığını fark etmek, kendilerini üstün sananlara da bunu fark ettirmek gerekiyor...<br />
<br />
Kaybetmemek için, madencimizin halini bir felaket yaşanmadan önce anlayabilmek, bir arkadaşımızın bir yakınını kaybetmeden o yakınının varlığından haberdar olmak, iş işten geçtikten sonra değil, yaşam devam ediyorken harekete geçmek gerekiyor...<br />
<br />
Kaybetmemek için, bugün, tam da şu anda Boğaziçili ya da bambaşka bir şeyli olmaktan vazgeçip insan olmayı seçmemiz gerekiyor. Duygu ve düşünceleriyle, mutluluklarıyla olduğu kadar acılarıyla da yaşayan, yaşamaya çalışan bir insan olduğumuzu, yöneten de yönetilen de olsak hepimizin eşit haklara sahip olduğu bireyler olduğumuzu artık anlamamız gerekiyor...<br />
<br />
Kaybetmemek için, bir şeyler olup bittikten sonra haykırmak değil, sürekli ifade etmek gerekiyor...<br />
<br />
Kaybetmemek için, bugün yaşayıp yarın unutmamak, bugün hatırlayıp yarın hiç yaşanmamış gibi davranmamamk gerekiyor...<br />
<br />
<b>Çünkü kaybettiğimiz bir kendimiz değiliz...<br />Canlarımız ciğerlerimiz, yüzlercemiz, binlercemiz...</b></div>
Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-72274471993392192132014-02-25T01:03:00.001+02:002018-10-06T22:38:17.515+03:00Proficiency Sınavı İçin Hangi Kursa Gitmeliyim?Boğaziçi Üniversitesi Proficiency (İngilizce Yeterlilik) Sınavı'nın zorluğuna dair şöhreti, üniversiteyi aşmış durumda. Bir de Remedial öğrencilerinin üniversitede üvey evlat muamelesi görmesi, bu sınav hakkındaki endişeleri doğal olarak daha da körüklemekte. Öyle ki, parçalı geçme sistemi yeterli gelmediğinden Beginner düzeyi öğretiminin 1,5 yıla çıkarılması da <a href="http://www.dinamikgazete.com/bogazicinin-bugunune-kirk-yillik-bakis-gulay-barbarosoglu/" target="_blank">artık gündemde</a>.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-lJCrJb6whlQ/UwvO7bcrBsI/AAAAAAAALoI/DUNs1YU6UVg/s1600/zoomin4english.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="363" data-original-width="980" height="236" src="https://1.bp.blogspot.com/-lJCrJb6whlQ/UwvO7bcrBsI/AAAAAAAALoI/DUNs1YU6UVg/s640/zoomin4english.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Haziran'daki sınava 4 ay gibi bir süre kaldığı bugünlerde, Hazırlık öğrencilerinden sıklıkla duymaya başladığım soru '<i>Proficiency Sınavı için kursa gitmeli miyim ve hangi kursları önerebilirsin?</i>' oluyor. Ben de hazır dönem henüz başlamışken daha fazla geciktirmeden bu sorunun cevabını sizlerle paylaşayım dedim.<br />
<a name='more'></a><br />
<h3>
Proficiency Sınavı'nı Kursa Gitmeden Geçemez Miyim?</h3>
Beginner ve Pre-intermediate öğrencileri için biraz daha zorlu olacak olsa da elbette geçebilirsiniz. Ancak sadece derslere gitmekle olacak iş değil bu, hatta sadece verilen ödevleri de yapmak yetmeyecektir. Özellikle Beginner ve Pre-Intermediate öğrencileri, derslerin ve ödevlerin ötesine geçip ekstra gayret göstermeli ve ders çalışmak için illa ödev verilmesini ya da ara sınavların olmasını beklememeli.<br />
<br />
<blockquote class="tr_bq">
Beginner öğrenciler için Haziran'da Writing'i geçmek zor olabilir, ancak en azından Listening ile Reading'i geçmeye odaklanmalılar. Özellikle Reading'i geçmeleri, işlerini Ağustos ve Eylül sınavları için oldukça kolaylaştırabilir.</blockquote>
<br />
<h3>
Peki Ek Olarak Kursa Gitmeli Miyim?</h3>
Sizin yerinizde şimdiki aklımla olsam, işimi şansa bırakmazdım ve evet bir kursa giderdim. Benim zamanımda bu tür kurslar yoktu, ya da vardı ama bana yol gösteren kimse yoktu ve ben o kurslardan haberdar değildim, bilemiyorum. Ama keşke ek olarak kursa gitseydim de, Remedial olmak durumunda kalmasaydım bir Beginner olarak. Kaybettiğiniz sadece yıllar değil çünkü...<br />
<br />
<h3>
Tanrım, Bu Ne Yaman Çelişki...</h3>
Kabul ediyorum çelişkili bir durum bu; az önce kursa gitmeden de geçebileceğinizi dile getirdim, ama şimdi kursa gitmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Hadi öyleyse şu çelişkiyi ortadan kaldıralım...<br />
<br />
Hazırlık sınfını çoğumuz bir tatil dönemi olarak görüyoruz ve kendimize dürüst olalım ki, derslere bile gitmek pek çok zaman zor gelirken üstüne bir de ödev yapmaktan pek de haz etmiyoruz. Şimdi bahar da geldi, havalar da güzelleşiyor. Kim oturup ders çalışacak? Ödevleri yaparsak çalışkan bile sayılmalıyız, üstüne ekstra ders çalışmamızı ise kimsecikler beklemesin bizden.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-D7R7hB1ce6I/UwvPOG1AVZI/AAAAAAAALoU/7Ul3xU2J_Us/s1600/englishcourse.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="236" src="https://1.bp.blogspot.com/-D7R7hB1ce6I/UwvPOG1AVZI/AAAAAAAALoU/7Ul3xU2J_Us/s1600/englishcourse.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Proficiency Sınavı'ndaki başarısızlığın <a href="http://www.okck.net/2012/08/proficiency-sinavindaki-basarisizligin.html" target="_blank">tek suçlusunun öğrenci olmadığı</a>nın azılı bir savunucusuyum (ki bunu artık Rektörümüz de kabul ediyor), ama bu başarısızlıktaki kendi payımızı tümden yok saymak da çok büyük hata olur. Dürüst olalım ki, bizim elimizde olmayan diğer faktörlerin negatif etkisi de üst düzeyde, ama bizim 'tatil sever' yapımızın etkisi başarısızlığımızdaki birincil faktör.<br />
<br />
Evet, kursa gitmeden ve 'tatil sever' yapımızdan kurtularak Proficiency Sınavı'nı geçmek mümkün. Bununla birlikte, kendi hür irademizle kayıt olduğumuz, üstüne para verdiğimiz, okul dışındaki bir faktöre bağlılığımız da üst düzeyde. Üniversite sınavına girerken pek çoğumuz dersanelere gittik, tamam test tekniğini falan öğrendik de, bir önceki cümlede saydığım şeylerin etkisi de bir hayli fazlaydı bizim dersanelere ve/ya özel hocalara sürüklenmemizde.<br />
<br />
<h3>
Ya Peki Hangi Kursa Gidebilirim?</h3>
Proficiency Sınavı'na hazırlıkta '<b>Üç Büyükler</b>' olarak adlandırabileceğim, Zoomin4English, D&D ve Sezai Hoca'dan birini seçmelisiniz. Bu üçlü bu konuda yeterince deneyimliler ve kursa giderek sınavı geçen pek çok öğrenci bu üçlüden şaşmayanlar, ben de pek şaşmanızı önermem açıkçası. Ne ayıracağınız zaman ne de para öyle çöpe atılabilecek şeyler değil, diğer tercihlere yönelirken çok ama çok dikkat edin ve riskleri iyi ölçüp biçin derim.<br />
<br />
Ancak; halen Hazırlık okumak olan bir öğrencisiyseniz ve kursa giderek Proficiency Sınavı'nı geçmeyi garantilemek istiyorsanız tek seçeneğiniz Zoomin4English ve bence 'Üç Büyükler' içinde en iyi olan. Neden tek seçeneğinizin Zoomin4English olduğunu merak ettiyseniz hemen söyleyim, D&D ile Sezai Hoca Remedial öğrencilerine yönelmiş durumdalar. Ancak Zoomin4English, Listening, Reading ve Writing olarak parçalanabilir kurs yapısı ve esnek saatleri ile hem halihazırda Hazırlık derslerine devam eden hem de Remedial öğrenciler için ideal.<br />
<br />
<h3>
Zoomin4English'i Diğerlerinden Farklı Kılan Özellikleri Ne?</h3>
Zoomin4English'in <b><span style="color: #cc0000;">öğretmen kadrosu</span></b>nda yer alan Şadiye Hoca, Boğaziçi Üniversitesi'nde Testing Office'te görevliydi, yani Proficiency Sınavı da dahil olmak üzere bugüne kadar pek çok sınav dökümanında onun da imzası var. Şu an YADYOK'un sitesinde yer alan Proficiency Sınavı örneğinde Listening bölümünü okuyan hocalardan biri Şadiye Hoca, diğeri ise Sumru Hoca ve ikisi de Zoomin4English hocası şu an. Kadronun diğer değerli bir ismi Leyla Hoca ise Boğaziçi Üniversitesi'nde Listening üreticisiydi. Yani Proficiency Sınavı ve diğer ara sınavların Listening bölümlerini hazırlayan az sayıdaki hocadan birisiydi.<br />
<blockquote class="tr_bq">
Zoomin4English hocaları Writing konusunda bir öğrenciye 'Geçeceksin...' derse, o öğrenci Proficiency Sınavı'nın Writing bölümünden geçer.</blockquote>
Zoomin4English'in en önemli özelliği, <b><span style="color: #cc0000;">kursu bölebilme</span></b>niz. Yani Listening, Reading ve Writing bölümlerinin hepsi için kursa kaydolmanıza gerek yok. Yani sadece kendinizi zayıf hissettiğiniz bir bölümden kursa katılmanız mümkün. Bu da eğer zamanınızı ve paranızı verimli kullanmak istiyorsanız, oldukça etkili bir çözüm olarak sunulmakta.<br />
<blockquote class="tr_bq">
Zoomin4English'in Writing kursuna katılan bir öğrenci, ödev verilen konuları yazsa ve kurs dönemi boyunca yaptığı hataların sadece %30'unu bile düzeltse Proficiency Sınavı'nın Writing bölümünü %90 geçebilir hale geliyor. Çoğu zaman 25-30 konu yazması bile yeterli oluyor.</blockquote>
Hazırlık öğrencileri için bence kursu bölebilmekten daha önemli olan Zoomin4English ayrıcalığı ise, kursun <b><span style="color: #cc0000;">'graded' dökümanlar</span></b> içermesi. Yani dökümanların zorluğu seviye seviye artmakta, bu da sizi adım adım öğrenmenin yolunu açmış oluyor. Bu konuda 'Üç Büyükler' içinde eşsiz olduklarını da söyleyebilirim rahatlıkla.<br />
<br />
Özellikle maddi açıdan tereddütte olan arkadaşlar için, 'Üç Büyükler' içindeki <b><span style="color: #cc0000;">en uygun fiyatlı olan</span></b> kursun Zoomin4English olduğunu söyleyebilmek de mümkün. <i><b>Örneğin;</b> gelecek hafta başlayacak 13 Haftalık programın tüm bölümlerine katıldığınızda ödemeniz gereken toplam ücret, peşin ödemelerde 3100 TL, taksitli ödemelerde 3600TL. Tek bir bölümü almak isterseniz, her bir bölüm için peşin 1200 TL, taksitli 1400 TL; herhangi iki bölümü almak isterseniz, iki bölüm için peşin 2200 TL, taksitli 2400 TL ödemeniz yeterli olmakta. (*Diğer haftalar ve ödeme seçenekleri için Zoomin4English ile iletişime geçiniz.)</i><br />
<blockquote class="tr_bq">
Sınıflar en fazla 9-11 kişiden oluşuyor, Hazırlık öğrencileri genel olarak Cuma akşamı ve Cumartesi gününü kapsayan programı tercih ediyor. </blockquote>
Ayrıca sınava bir ay kalaya kadar kursa kayıt olmanızı sağlayan <span style="color: #cc0000;"><b>esnek başlama </b></span>şansınız da mevcut. Elbette o kadar gecikmenizi <b>kesinlikle tavsiye etmiyorum</b>, ama bir süre sonra 'Bu vakitten sonra kurs mu kaldı?' diye üzülmenize de gerek yok. Bu kursa esnek başlama seçeneğinin sizin için bir diğer artısı da; ileride eksik olduğunu fark ettiğiniz ama başta almaya başlamadığınız bir bölümü sonradan alabilmenize olanak sağlayacak olması.<br />
<br />
Bir de Zoomin4English'in <b><span style="color: #cc0000;">Writing Center</span></b> seçeneği mevcut. Seansları 30 dakikadan oluşan Writing Center'da; ödev olarak verilenler ile sizin ekstra olarak yazdığınız 'essay'lerinizi kontrol ettirebiliyorsunuz. Yazdığınız 'essay'ler, Proficiency Sınavı'na eş değer şekilde notlandırılıyor ve yanlışlarınızın altını çizmenin ötesinde size kapsamlı bir 'feedback' veriliyor. Özellikle Writing seviyenizi artırmak için bu seçeneği de değerlendirebilirsiniz.<br />
<br />
<h3>
Karar Sizin...</h3>
Bu noktadan sonra artık karar sizin, benim tavsiyem en azından bir bölüm için kendinizi desteklemeniz. Ama hangi kursa giderseniz gidin, yeterince çalışıp çabalamazsanız Proficiency Sınavı'nı geçmek imkansız hale gelebilir.<br />
<br />
<b>Unutmayın!</b><br />
Advance olup da 4 yıl sonunda üniversiteden gönderilen de oldu, Beginner olup Haziran'da A ile geçen de...<br />
Yani son söz sizde...<br />
<br />
Hepinize Başarılar...<br />
<br />
<i>* Zoomin4English Web Adresi: <a href="http://www.zoomin4english.com/">http://www.zoomin4english.com/</a></i>Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-31630638998641140162014-02-03T09:02:00.000+02:002018-10-06T22:40:28.903+03:00Her Yeni Gün, Yeni Bir Yaşam Demek...En son Perşembe günü akşam yemek yemiş ve tuvalete gitmiştim. Cuma günü aldığım ve 'Sağlık olsun...' dediğim <a href="http://www.okck.net/2014/01/kilyos-maceramin-da-sonuna-geldim.html" target="_blank">haberle</a> sarsılmış olarak kendimi odaya kapatmıştım. Herhangi bir insan yüzü görmek istemiyor, aç olduğumu da hissetmiyordum. Sürekli düşünüyordum, çıkış yolları arıyordum.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://4.bp.blogspot.com/-46OPrcnUi4c/Uu8mzNc8o5I/AAAAAAAALlI/g0NLp7k6t-8/s1600/everynewday.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="334" data-original-width="900" height="236" src="https://4.bp.blogspot.com/-46OPrcnUi4c/Uu8mzNc8o5I/AAAAAAAALlI/g0NLp7k6t-8/s640/everynewday.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Bugün 6'da başladım güne. Önce odadan çıktım ve gidip bir duş aldım. Suyun o dinlendirici ve huzur verici etkisine bıraktım kendimi, yağmurda yürümeyi de bu nedenle severim zaten. Sonra odaya gelip bir kahve yaptım kendime, kaç vakittir odamda bekleyen kekle bir şeyler atıştırmak istedim ve de bu yazıyı yazmak.
<br />
<a name='more'></a><br />
Düşüncelerimin kapkara bulutlarından başını güneş ilk dün göstermeye başlamıştı aslında. Yıllar sonra ilk kez aylık falıma baktım, Şubat ayında 'daha iyi bir eve taşınacağım' yazıyordu sadece. Uzun bir aradan sonra, blogumda geçmişe yolculuk yaparak renkli bir yazı paylaşma isteği duydum. Sevgilim 'Sen yanlış bir şey yapmadın, insanlardan kaçman anlamsız.' diyerek haklı bir cümle kurdu ve pek çok insanın beni desteklediğini gördüm.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-2KoY-zPBAYw/Uu8r8e99fkI/AAAAAAAALlY/etPDyjL-090/s1600/its-possible-wp.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="358" src="https://3.bp.blogspot.com/-2KoY-zPBAYw/Uu8r8e99fkI/AAAAAAAALlY/etPDyjL-090/s1600/its-possible-wp.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Bilgisayarımın arka planında ise<b> 'It's Possible! Life has no limitations, except the ones you make. - Les Brown'</b> yazıyordu ve yavaş yavaş bilinçaltıma yerleşiyordu bu kelimeler ve düşünce yapısı. Bir bakıma kendi kendimi tedavi ediyor, kendime koyduğum sınırları sorguluyordum.<br />
<br />
Ne olursa, ne yaşanırsa yaşansın devam etmek gerekiyordu. Yaşam akıp giderken durmak bile geri gitmekti ve hayatın geri gitmeye tahammülü yoktu. Dün geçmişte kalmıştı ve yaşanan bugündü. Dünün kararları bugünümü etkiliyordu, ama bugün alacağım kararlar yarınımı etkileyecekti. Dünü değiştirmem mümkün değildi, ama bugün elimdeydi ve istediğim gibi şekillendirebilirdim. Her şeyi yapabilmem mümkündü...<br />
<br />
Bugün uyandım ve vazgeçtim, beni daha da yıpratması olası bir mücadelenin içine girmekten. Onlar istediği için gitmeyecektim, ben istediğim için gidecektim artık. İpleri yeniden ele alacak ve önüme bakacaktım. Taşınma işlemleri biraz yorucu olacaktı, ama elbet bir gün taşınacaktım ve bu biraz öne çekilmişti. Sorun değildi artık benim için, bilinmezin içine sürüklenmiyordum, yeni sürprizler beni bekliyordu artık.<br />
<br />
<h3>
Quod Me Non Necat Fortiorem Facit</h3>
Beni öldürmeyen şey güçlendirir... Evet ölmemiş, hatta güçlenmiştim. Örneğin gelecek yıl nerede kalabileceğimle ilgili bir planım yoktu ve bu süreçte yaptığım bazı görüşmeler, kiminle eve çıkabileceğim hakkında ipuçlarını da beraberinde getirmişti.<br />
<br />
Yaşananlardan sonra, yazımı okuyup paylaşan ve tepkisini belirten dostları gördüm. Yalnız değildim, bunu hissetmek bile kendimi iyi hissetmemi kolaylaştırdı. İnsanlar yazılarımı beğeniyle okuduklarını daha fazla dile getirmeye başladı, yazmaya aşık olan biri için bunun ne demek olduğunu tahmin edebilir misiniz bilmiyorum ama harika bir şey olduğunu söyleyebilirim.<br />
<br />
<h3>
Gerçekten De Bir Değişiklik İyi Gelebilir...</h3>
Ve karar verdim, bir değişiklik gerçekten de iyi gelebilirdi. Tebdil-i mekanda hayır vardır derler, bir yer değişikliği fena olmayabilirdi. Hem öncesinde planladığım bazı şeyler de vardı. Örneğin, İstanbul'u sokak sokak gezmek, gitmediğim her yere gitmek, ayda bir kere şehir dışına çıkmak suretiyle başka şehirleri de dolaşmak, uzun zamandır görüşmediğim dostlarla ve değer verdiğim insanlarla yeniden iletişime geçmek gibi...<br />
<br />
Evet okulum haddinden fazla uzamıştı, ufukta bekleyen başka tehlikeler de vardı. Ama kabuğuma çekilmenin ve burada gözlerden uzak bir hayat yaşamanın pek bir faydası olmadığının depresif hallerimin devam etmesine bakarak rahatça ifade edebilirdim.<br />
<br />
<h3>
Bugün Yeni Bir Gün...</h3>
Her yeni gün, hayatımızı değiştirmek için başka bir şans ve ben bunu bu sefer değerlendirmeye kararlıyım. Yazımı bitirince kalkacak, otobüse binecek ve verdiğim kararları uygulamaya başlamak için yollara düşeceğim. Hayat tüm agresiflikleriyle üzerime üzerime gelirken, onu güldürmeyecek, ben güleceğim. Alışveriş yapacak, biraz para harcayacağım. Gidip soracağım 'Ne zaman geçiyorum?', nedenlerini falan sorgulamayacağım, belki açıklamak isteyecekler ama 'Hayır' diyeceğim, sebepleriniz sizin olsun. Toparlanmak için biraz zaman isteyeceğim sadece.<br />
<br />
Biliyor musun Dostum, bugün senin için de yeni bir gün...<br />
Yeni bir hayat için, ertelediklerini yaşaman için yeni bir gün...<br />
Kaç vakittir meşguliyetler arasında boğulup da görüşemediğin arkadaşlarınla görüşmek için gün bugün...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-bzimF_1rTUo/Uu8_jX9q_EI/AAAAAAAALl0/5THfi4kcef8/s1600/acimadiki.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="358" src="https://4.bp.blogspot.com/-bzimF_1rTUo/Uu8_jX9q_EI/AAAAAAAALl0/5THfi4kcef8/s1600/acimadiki.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Bugün Ali İsmail Korkmaz'ın davası görülecek ve polisimiz yine 'destan yazacak'...<br />
Bunu zaten biliyorsun, açma o zaman bugün haberleri, görme o meymenetsiz suratları...<br />
Bugün belki Gezi Parkı'nı yine kapatacaklar, dert etme...<br />
Ali İsmail daha aydınlık bir hayat için canını verdi, yaşa o hayatı...<br />
<br />
Direnmekten de vazgeçme...<br />
Yönetenler, koltuk derdiyle sarhoş olup zulmederken yönettiklerine, sen direnmeye devam et...<br />
Direne direne kazanacağız daha aydınlık yarınları,<br />
Daha yaşam dolu yeni bir gün için bugün de diren...<br />
Susturmak, pes ettirmek, geri adım attırmak isteyenlere dur de...<br />
Ve izin verme, yönetenlerin seni direnişinden, bugününden ve de yarınından vazgeçirmelerine...<br />
<br />
Unutma...<br />
<b>Her Yeni Gün, Yeni Bir Yaşam Demek...</b><br />
Ve Her Yeni Gün, Direnilerek Kazanılacak...Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-90030765081792988722014-02-02T17:59:00.002+02:002017-02-13T03:58:59.423+03:00Bir Zamanlar... Parliament Sinema Kulübü...Aslında bu bir blog yazısı olmayacaktı, bir iki cümle yazacaktım o kadar. Sonra bir baktım kaptırdım gidiyorum, aklımda bir sürü güzel anı da canlandı, bloga dönüştüreyim dedim. Bir de kaç vakittir blogumda renkli şeyler paylaşmamıştım, hem ben biraz kafa dağıtmış olurum, hem de geçmişe ufak bir yolculuk yaparız :)<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://2.bp.blogspot.com/--uc7XK-aCEs/Uu5oAObxbFI/AAAAAAAALlA/mtNBTXsz79gLsxAwEknot8SzeNYOgalRQCPcB/s1600/parliament.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="296" src="https://2.bp.blogspot.com/--uc7XK-aCEs/Uu5oAObxbFI/AAAAAAAALlA/mtNBTXsz79gLsxAwEknot8SzeNYOgalRQCPcB/s640/parliament.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
Biliyor musunuz bilmiyorum ama ben 85'liyim (gerçi bu konuda farklı rivayetler var, ama karıştırmayayım ortalığı şimdi)... Çocuk olmak için en güzel döneme denk geldim diyebilirim, Türkiye için ilginç ve eğlenceli bir geçiş döneminin şahitlerindenim. Gerçekten güzel şeylerdi, ya da ben çocuk olduğum için o aralar bu kadar dert etmiyordum, işin renkli taraflarını görüyordum.
<br />
<a name='more'></a><br />
<h3>
Renklerden Biri, Parliament Sinema Kulübü...</h3>
<br />
Hafta sonunun bitişini çekilir kılan belki de tek şeydi Parliament Sinema Kulübü. Kendisi Star 1'in Pazar gecesi sinema kuşağıydı, oldukça kaliteli filmler yayınlardı ve biz de ailecek oturup karşısına büyük bir keyifle izlerdik o filmleri. Film izlemeye düşkünlüğümün tohumları o vakitlerde atıldı. O kuşakta izlediğim filmleri yeniden gördüğümde, beynimde rengarenk ve cıvıl cıvıl şeyler canlanıyor, karanlık bir film olsa bile...<br />
<br />
Muhteşem bir açılış jeneriği vardı, insanı alıp götürürdü uzaklara, o yarım dakikada bin türlü hayale dalardı insan ve kesinlikle bir sinema kuşağı için uygun bir açılıştı. Bir kaç saat öncesine kadar o jenerikte çalan müziği kimin seslendirdiğini bilmiyordum, arşivimde Linda Ronstad versiyonu var, ama jenerikte söyleyen Karla Bunoff imiş.<br />
<br />
Sinema Kulübü'nü sunan Parliament'ti, evet şu tütün firması, hani artık reklamları yasak olan tütün firmalarından. Evet Parliament çok klas bir marka olarak aklıma işlendi ama hiç sigara içesimi getirmedi. Yani demek istediğim Cem Yılmaz'ın skecinde de dediği gibi çocuk olmamışsa yasaklasan da fayda etmez, ama olmuşsa serbest bırakırsın da hiçbir şeycikler olmaz.<br />
<br />
<div align="center">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/euupky6zsss?&start=260" width="560"></iframe></div>
<br />
<br />
Jack Nicholson ile Parliament Sinema Kulübü'nde tanıştım, Batman'de Joker karakterini oynuyordu ve orada adamın hayranı oldum. Sonrasında izlediğim ne kadar Jack Nicholson filmi varsa, hepsinde bir an Joker gelir gözlerimin önüne. En çok da beni, gökdelenden düştüğünde iç cebinden çıkan kahkaha makinesi etkilemişti. Batman'i yeniden çekiyoruz dediklerinde endişelendim, "Kimse Jack Nicholson'un yerini tutamaz!" dedim. Ama Heath Ledger tahminlerin ötesinde başarılı oldu bu karakterde, ama benim gönlümde Jack Nicholson'un yeri bambaşka tabii...<br />
<br />
Parliament Sinema Kulübü geceleri özeldi bizim evde. Duydum ki, bazı aileler yatağa yolluyormuş çocukları, bizimkiler hiç öyle bir şey yapmazdı. Annem taze çay yapardı, atıştırmalıklarımızı da hazırlar kurulurduk ailecek televizyonun karşısına. Severdik ailecek film izlemeyi eskiden, şimdi yerli dizilere sarmış bizimkiler, izleyemiyoruz artık birlikte film falan, özlüyorum o günleri.<br />
<br />
O zamanlar sansür bu kadar ayyuka çıkmamıştı, örneğin 9½ Hafta'yı yayınlayabilmişti bu sinema kuşağı. Erotik bir filmdir kendisi, fantezi dünyamızı da oldukça genişletmiştir (bkz: <a href="http://www.youtube.com/watch?v=1L5h-86gBWw" target="_blank">buz sahnesi</a>). O zamanlar filmi kestiler mi hiç hatırlamıyorum, ama pek zannetmiyorum. Çünkü o dönemler gece 12'den sonra kırmızı noktalı kuşak girerdi, o dönem hiç kesilmeden yayınlanan filmleri şimdi yayınlasalar, yayınlayan kanal süresiz kapatılır herhalde.<br />
<br />
Kırmızı noktalı kuşaklarımız ve Tutti Frutti şovlarımızla sapık olmadık biz, cinsellik yasaklanması gereken bir şey değildi bizim için, doğaldı, yayın saatleri öteleniyordu ama ulaşmak o kadar da zor değildi. Sapık olmadık biz, saygısız bireylere de dönüşmedik. Bir zarar verdiyse bile, eminim şimdinin Müge Anlı tarzı programları, herkesin elinin herkesin cebinde olduğu yerli diziler kadar zarar vermemiştir. O dönem nedeniyle sapık olanlar varsa, yeniden diyelim ki 'Bu çocuk olmuş mu?'<br />
<br />
<div align="center">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/uo8kVP8k660?rel=0" width="420"></iframe></div>
<br />
<h3>
O Günden Bugüne 22 Yıl Geçmiş...</h3>
<br />
Az önce fark ettim ki, 22 yıl önce tam da bugün başlamış Parliament Sinema Kulübü... Bu yazıyı yazmaya başladığımda farkında değildim, bu kuşağın 2 Şubat 1992'de başladığından. Hatta tesadüfün ilginç olan başka bir boyutu daha var ki, bugün de Pazar. İstesem denk getiremezdim eminim bunu.<br />
<br />
Üşenmedim bir önceki Pazar gününe denk gelen 2 Şubat ne zamanmış diye baktım, 2003'teymiş. Devlet Bahçeli'nin meşhur 40 hesabı gibi biraz daha zorlayalım mı şansımızı? :) 2 Şubat, yani 2.2. Yabancılar bu ayla günü ters yazar, ama bizim durumumuzda farketmiyor, yine 2.2 oluyor. Kaç yıl geçmiş o günden bugüne, 22 yıl. Yani neymiş? İşin suyunu çıkarmışım ;) Bu bana işaret de olabilir tabii...<br />
<br />
Severim böyle tesadüfleri ve tesadüf olduğunu da düşünmem bunların. Bir amacı vardır, hepimizin bir amacı olduğu gibi. Örneğin bir ağacın yaprakları tesadüfi bir şekilde dizilmez, her biri bir diğerinin güneşini örtmeyecek şekilde dizilir. Tesadüflere inanmam, amaçlıdır her rastgele olan şey. Belki büyük, belki küçük, ama illa ki bir anlamın var olduğuna inanırım.<br />
<br />
<h3>
Teşekkürler Parliament...</h3>
<br />
Bu muhteşem kuşağı bir nesle armağan ettiğin için teşekkürler... Bu kuşakla bir çoğumuzu film aşığı ettiğin için teşekkürler... O zamanlar 7-8 yaşlarında olan bizleri, Jack Nicholson, Michael Caine, Clint Eastwood, Robert De Niro, Ben Kingsley, Steve Martin gibi devlerle tanıştırdığın için ve o muhteşem açılış müziğinle bize müzikte yeni bir tat sunduğun için teşekkürler...<br />
<br />
Ve hafızalarımızda güzel bir anı olarak yer etmeyi başardığın için teşekkürler...Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-5874057133102193492014-01-31T19:57:00.000+02:002014-01-31T20:09:10.233+02:00Kilyos Maceramın Da Sonuna Geldim...28 Eylül 2010'da <a href="http://www.okck.net/2010/09/ilk-kez-kilyosa-gittim.html" target="_blank">Kilyos'a ilk kez ayak bastığımda</a>, aklımdaki en son şeydi burada bu kadar çok zaman kalmak. Hatta sadece misafirdim burada, Kuzey Kampüs'te yer açılana kadar kalacak ve sonra geri dönecektim. Ama sevdim ben Kilyos'u... Bir ay kadar sonra "Hadi Kuzey'de yer var, gel artık!" dediler, ama ben ayrılamadım Güney Kampüs'e 32,5 km uzaklıktaki bu kampüsten...
<br />
<a name='more'></a><br />
<h3>
Seneler Geçti...</h3>
<br />
İlk sene, hayatımda çok özel bir yere sahip olan bir insanla tanıştım Kilyos'ta, Umut'la... Oda arkadaşımdı, ama benim için bir oda arkadaşından öte oldu, hatta belki kardeşten de öte. 1.Kilyos Yurdu'nda kaldığım ilk senemde, özellikle odamızdaki diğer arkadaşlar Kilyos'u terk ettiğinde, odada iki başımıza kaldık Umut ile ve arkadaşlığımız orada <a href="http://www.okck.net/2013/04/omurluk-bir-dost-umut-unal.html" target="_blank">bir ömürlük dostluğa dönüştü</a>.<br />
<br />
İkinci senemde, hayatımın anlamı ile tanıştım Kilyos'ta. Karmakarışık bir şekilde doğdu ilişkimiz Kilyos sahillerinde. Gece yarılarında buluşup dertleştik o sahilde ve dertleştikçe iyice yakın olduk birbirimize. Odadaki arkadaşlarımın kavga ettiğim günler için skor tabelası tutmaya başladığı ve çoktan kavgaların mutlulukları ağır bir şekilde hezimete uğrattığı başka bir ilişkim vardı, ama kendimi O'ndan uzak tutamıyordum. Ve bana yeniden hayat veren ve adı Enfâl konmuş güzellik ile aşkımız, <a href="http://www.okck.net/2013/01/o-gunun-uzerinden-bir-yil-gecti.html" target="_blank">Kilyos'ta doğmuş oldu</a>.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-ISa2LGG4ssg/UX_o7MGk92I/AAAAAAAAGoo/ZNXiKh9hmJs/s1600/umut-oguz-gures.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://3.bp.blogspot.com/-ISa2LGG4ssg/UX_o7MGk92I/AAAAAAAAGoo/ZNXiKh9hmJs/s1600/umut-oguz-gures.jpg" height="480" width="640" /></a></div>
<br />
Üçüncü senemde, artık 2.Kilyos Yurdu öğrencisiydim. Hiç mi hiç dert etmedim bu değişikliği, şansıma oda arkadaşlarım birbirinden iyi çocuklardı. Bir gün, kat sorumlusu geç yoklamaları işlemeyi unuttu ve benim devamsızlık 8 oluverdi. O vakitlerdeki Yurt Müdürü benim 8'i uçurdu 11 yaptı ve yok yere pek sevip saydığım o dönemki Yurtlar Müdürü İbrahim Hoca'nın huzuruna çıkıverdim. Bir başkasının sorumsuzluğunun bedelini, azarlanarak ödedim. İşin aslı ortaya çıktı, 8 bile değilmiş oysa devamsızlıkların ve geçlerin toplamı. Ama ben o gün, sırf İbrahim Hoca'nın yüzünü kara çıkardığım için kapattım kendimi New Hall'in tuvaletine, hüngür hüngür ağladım.<br />
<br />
O gün, Burçin Hoca'nın benim için bambaşka özel bir yere çıktığı gündü. Sakinleştikten sonra, 'Yeni yaşımın ilk gününde okul tuvaletinde ağlıyor olmak ne kadar .oktan bir durum. Hayat yoruyorsun beni...' diye twit attım. O dakikalarda, tuvalette ağlıyor olmak yerine Burçin Hoca'nın dersinde olmam gerekiyordu. Çok değil bir iki saat sonra bir eposta geldi bana, Burçin Hoca "Oğuz Kaan, gel dertleşelim..." demiş. İşte o anda Burçin Hoca, ömür boyu hatırlayacağım insanlar içindeki yerini alıvermiş oldu.<br />
<br />
Dördüncü senemde, yurda biraz geç giriş yaptım. Gerçi benim durumumdaki bir öğrenci için, normal bu gecikmeler, Kilyos'ta kaldığım her senenin başında yaşadım benzer şeyleri. Oda arkadaşım Çağan ile güzel bir uyum yakaladık kısacık yarım dönemde, tüm farklılıklarımıza pozitif değerler yükledik.<br />
<br />
Sonra Yurt Müdürü Mustafa Hoca beni bir gün kat sorumlusu (sürveyan) yapıverdi. Tabii öyle kafanıza göre yapabileceğiniz bir şey değil bu, hem de benim durumumdaki bir öğrenci için. Gerekli kişilere de danıştı ve uygun görüldüm. Esasında öncesinde de aktiftim ama adım konulmamıştı.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-N2HObcELSHY/USe_Cjht0wI/AAAAAAAAGRU/UJNUrTln26k/s1600/spor-kompleksi.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-N2HObcELSHY/USe_Cjht0wI/AAAAAAAAGRU/UJNUrTln26k/s1600/spor-kompleksi.jpg" height="238" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<h3>
Ve Kalemim Yazmaya Başlar...</h3>
<br />
Önce bir arkadaşımız talihsiz bir kaza geçirdi Kilyos'ta ve ambulans ancak 1 saatte ulaşabildi kampüse. Bunu ve Kilyos'taki sağlığa dair diğer eksiklikleri <a href="http://www.okck.net/2013/11/kilyosta-yasamak-ya-da-yasayamamak.html" target="_blank">'Kilyos'ta Yaşamak... Ya Da Yaşayamamak...'</a>. dedim ve kaleme aldım. Daha bir hafta bile geçmeden yangın çıktı Kilyos'ta, yine bir dolu eksiklik ve ihmalkarlık. Onlar için de '<a href="http://www.okck.net/2013/11/kilyosta-dumanli-ve-korkunc-bir-gece.html" target="_blank">Kilyos'ta Dumanlı ve Korkunç Bir Gece...</a>' başlığını attım.<br />
<br />
Kızgındım yaşananlara ve sonrasındaki umursamazlığa, 'Kalemim kırılsa da yazacağım!' dedim ve yazdım. Yazılarım binlerce kez okundu, yüzlerce kez paylaşıldı. Zor oldu ama dikkatlerini çekebildim, inat ettim hatta agresifleştim. Ama sonunda geldiler, "Biz zaten gelecektik!" dediler, bense sadece gülümsedim.<br />
<br />
Onlar geleceklerini haber verdikleri gün, ben mutlu oldum. Kilyos adına mutlu oldum, en sonunda kulak vereceklerdi Kilyos'a. Ama o gün mutluluğum yarım kaldı, yarım bırakıldı. Kat sorumlusuymuşum, böyle şeyler yazamazmışım. Ben <a href="http://www.okck.net/2013/02/mart-2014te-bir-eksiksin-chp.html" target="_blank">kat sorumlusu olmadan önce de yazıyordum</a> dedim, dinletemedim. Madem ünvanım yazmama engel, 'Ünvanımdan vazgeçebilirim ama yazmaktan vazgeçemem!' dedim ama o vakit kabul etmediler. Keşke orada bıraksaymışım o ünvanı. Suçlu ben oldum, içime attım. Siz hiçbir şey görmediniz.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-32aeybTpgeQ/UrnHjKi-eWI/AAAAAAAALKk/OknC73H6vJo/s1600/fsm.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-32aeybTpgeQ/UrnHjKi-eWI/AAAAAAAALKk/OknC73H6vJo/s1600/fsm.jpg" height="360" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<h3>
Ben Yazmaya Devam Ettim, Onlar Yormaya...</h3>
<br />
Boğaziçili gencecik bir insan bıraktı kendini sonsuzluğa, onu da yazdım. Aklımda beliren bir sorunun cevabıydı o yazı, o soru ise '<a href="http://www.okck.net/2013/12/bizim-yolumuz-bir-gun-fsmye-ugrar-mi.html" target="_blank">Bizim Yolumuz Da Bir Gün FSM'ye Uğrar Mı Arkadaş?</a>' idi. Her şey üst üste geliyordu, blogumda ne yazıp ne yazamayacağımın kontrolünü de birileri ele geçirmek istiyordu ve ben gün geçtikçe daha fazla bunalıyordum. Yazımı okuyan kimileri ağladı, kimileri ise benimle özel olarak iletişime geçerek onları anlayan birisi olduğunu gördükleri için mutlu olduklarını ifade ettiler.<br />
<br />
Ve hemen bir gün sonraki yazımın ilk paragrafı şuydu: "Bu sabah yatağımdan fırladığımda zihnimde yankılanan cümle buydu, "<a href="http://www.okck.net/2013/12/cok-kizginim-sana-bogazici.html" target="_blank">Çok kızgınım sana Boğaziçi...</a>" Nasıl bu kadar gözlerini kapatabilirsin yaşananlara, nasıl bu kadar görmezden gelebilirsin her şeyi? Nasıl başarıyorsun bunu, anlat biz de öğrenelim işin püf noktasını, belki böylece başarabiliriz afyon yutmuş gibi ortalarda dolaşmayı kafayı hiçbir şeye takmadan..."<br />
<br />
Sonra beni aradılar, tüm sevimlilikleriyle benimle görüşmek istediklerini söylediler. Benim hakkımda endişelendiklerini söylediler. Gittim görüştüm kendileriyle, görüşmenin kayıt altına alınacağını gördüğümde endişelenilenin tam olarak ben olmadığımı fark ettim. İzin aldılar kaydetmek için, izin verdim ben de. Yazmaya korkmuyorum, konuşmaya mı korkacağım dedim içimden. Yazımı okuyan 200-300 kişinin olumsuz etkilenebileceğini söylediler, yazımı 4000 kişi okudu diye düzelttim endişeleri katlandı. Kat sorumlusuymuşum, öğrenciler beni örnek alabilirmiş.<br />
<blockquote class="tr_bq">
Hey öğrenciler! Kat sorumlusuyum diye beni örnek almayacağınızı biliyorum, ama yine de söyleyeyim, beni kat sorumlusu olduğum için örnek alacaksanız almayın örnek falan. Hatta hiç örnek almayın, ne iyi yönlerimi ne de kötü yönlerimi. Kendimi öyle örnek alınacak bir kişi olarak görmüyorum ben, öyle görsem yaşadığım her güne lanet ediyor olmazdım...</blockquote>
İntihar içerikli yazımı kaldırmamı istediler ciddiyetle, 'Kaldıramam!' dedim kararlılıkla. Bir ara blogumu sansürlemekten bile bahsettiler de, duymamazlıktan geldim. Şakadır dedim, gelişine söylemişlerdir dedim geçtim. Bir buçuk saat konuştuk, bu konuşulanlar aramızda kalacak dediler, pek çoğu aramızda kaldı ama bunları daha fazla içimde tutamadım.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-ieMYhSo5W04/UrqrHxiiB_I/AAAAAAAALMA/nUSywdsLSJM/s1600/bogazicindetoma.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-ieMYhSo5W04/UrqrHxiiB_I/AAAAAAAALMA/nUSywdsLSJM/s1600/bogazicindetoma.png" height="358" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<h3>
Ve Bugün... </h3>
<br />
Aslında güzel başlamıştı, kaç vakittir aklımın köşesinde duran düşüncelerimi uygulamaya koymanın adımlarını atmaya başlamıştım. Amacım yeni döneme başlamadan yenilenmek ve ferahlamaktı...<br />
<br />
Sonra telefon çaldı, çağırdılar. Biraz havadan sudan muhabbet ettik, sonra artık sürveyan (kat sorumlusu) olmadığımı söylediler. 'Nedenini tahmin edebiliyorum, sorun değil!' dedim. Ve eklediler, 'Kilyos'ta daha fazla kalamazsın, seni Güney Kampüs'te bir dönem daha misafir edebiliriz ama.'<br />
<br />
Ve işte o an başımdan aşağı kaynar sular döküldü, sesim titredi 'Sağlık olsun!' dedim ama sağlık falan olmadı esasında. Kilyos'tan sürülüyordum, hem de yarım dönem için. Yarım dönem için, eşyalarımı, kitaplarımı, çanağımı çömleğimi toplayıp Güney'e taşınacaktım. Buradaki kurulu düzenimi, huzurlu odamı bırakıp bilmediğim bir ortama gidecektim. Gözlerinin önünde olmamı mı istediler acaba?<br />
<br />
Eminim inkar edecekler, konunun yazılarımla ilgili olmadığını söyleyecekler, böyle olması gerekiyordu zaten diyecekler... Ama ben ve sizler, hepimiz, çok iyi biliyoruz nedenin ne olduğunu... Unuttum, unuttuk... Gezi Parkı'nda halaylar çekip neşeli şarkılar söylerken tepemize yağan bombaları ve copları unuttuk. Buralarda istenmediğimizi unuttuk...<br />
<br />
Üç yılı aşkın süredir bin türlü sorunuza cevap vermeye çalışırken hiçbir fayda göz etmedim, sadece faydalı olmak istedim. Kilyos için agresifleştiğimde de kimseden destek beklemedim, şimdi de destek beklemiyorum kimseden. Sadece paylaşmak istiyorum duygularımı sizlerle, çünkü sizlerle çok şey paylaştım burada ve bunu da paylaşmak istiyorum sadece... Umarım yanlış anlaşılmam...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-ukLRL6h1f5A/UDNtDZ4_PVI/AAAAAAAAExo/6PqNEUBpCx4/s1600/sosyal-faaliyetler.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-ukLRL6h1f5A/UDNtDZ4_PVI/AAAAAAAAExo/6PqNEUBpCx4/s1600/sosyal-faaliyetler.jpg" height="480" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<h3>
Kilyos'tan Sürülmek Mi?</h3>
<br />
Pek çokları için Kilyos sürgün yeridir, oysa benim için tam tersi. Güney'e de Kuzey'e de doydum, aslına bakarsanız İstanbul'a doydum. Kafamı dinleyebileceğim, şehrin karmaşasından uzakta, rahat edebileceğim bir yere ihtiyacım var ve işte o yer Kilyos benim için.<br />
<br />
Kilyos'u deli rüzgarlarıyla seviyorum, o deli rüzgarlar esmeye başladığında 'Hoşgeldin sizlere!' diyorum, sizler olmadan eksik buralar. Trafik olduğunda bir buçuk iki saat süren yollarını, o yollarda kitap okuyarak başka dünyalara yolculuk etmeyi seviyorum. Öncesini artık unutmaya başladığım hayatımın, hatırladığım son dönemini yaşadığım yeri seviyorum. Burada kazandığım Can Dostum Umut'u, Sevgilim Enfâl'i Kilyos ile seviyorum. İleride çocuğum olduğunda, Kilyos'u hatırlatsın diye adını 'Deniz' koymak istiyorum, kız olsun çocuğum diyorum, savrulsun saçları Kilyos'un deli rüzgarlarıyla diyorum.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-aqLYwKsOkOk/UDT1dxvcnFI/AAAAAAAAEzg/bGeolqvjKZg/s1600/392530_10150810464344122_473031479_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://1.bp.blogspot.com/-aqLYwKsOkOk/UDT1dxvcnFI/AAAAAAAAEzg/bGeolqvjKZg/s1600/392530_10150810464344122_473031479_n.jpg" height="480" width="640" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<br /></div>
<h3>
Ve Artık Gidiyorum... </h3>
<br />
Hiç gitmek istemiyorum, ama onlar öyle istiyor... Bir iki kapı çalıp bir iki kişiyle konuşabilirim bir dönem daha Kilyos'ta kalabilmek için, ama gücüm var mı bunun için? Hayat ve onun bileşenleri "Artık burada dur!" derken, bir adım daha atmaya gücüm var mı? Eşyalarımı toplamaya ve 59RK'ya son bir kez daha binmeye gücüm var mı?<br />
<br />
Ya peki, konuşanların susturulduğu, kapalı kapılar ardından binbir türlü oyunların döndürüldüğü bir ülkede ve onun kurumlarında yaşamaya gücüm var mı? Yazdıklarım için, cahillerden ya da hala büyüyememiş olanlardan bin türlü tehdit aldığım da oldu. Ama ya okumuşların ve büyümüş olduklarını sandıklarımın yaptıkları? Onların yıpratmalarıyla ve aşağılamalarıyla yaşamaya gücüm var mı?<br />
<br />
Sizin var mı yaşamaya gücünüz, sırtınızı sıvazlayıp kaşla göz arasında kanınızı emenlerin dünyasında? Yüzünüze gülüp sizi sırtınızdan bıçaklayanların, bir yumruk olduk savaşıyoruz derken sizi yarı yolda bırakıp kaçanların, fakire üç kuruşu çok görüp de parayı tuvalet kağıdı niyetine kullanıp atanların, kendisine yapılmasını istemediği her şeyi başkalarına yapanların, başıma bir şey gelir korkusuyla yazmaya ve konuşmaya korkanların, insanlıktan nasibini alamamış yaratıkların dünyasında yaşamaya var mı gücünüz?<br />
<br />
Şahsen benim yok...<br />
Yoruldum mücadele etmekten, ama gittiği yere kadar da gideceğim... Artık orası her neresiyse...<br />
<br />
<b>Yapımda ve yayında emeği geçen herkese teşekkürler...</b>Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-32759763059104269912014-01-07T13:20:00.000+02:002014-01-07T13:21:26.853+02:00O Oda Kapısının Arkasında Biri Var...Her gün gelip geçtiğin koridorda, o koridordaki odalardan birinin kapısının arkasında biri var...<br />
<br />
Kapının hemen ardına çökmüş, başını ellerinin arasına almış, sessizce ama hıçkırarak ağlıyor. 'Koskoca adam ağlar mı?' demiyor, ağlıyor. İçi dolmuş taşmış, ama boğazı düğümlü. Haykıramadıkça hıçkırıyor, içi gözlerinden akıyor ince ince...
<br />
<a name='more'></a><br />
'Neden ben?' diye soruları anlamsızlaşalı aylar yıllar olmuş, sormuyor artık böyle şeyler. Nedeni yok çünkü pek çok şeyin biliyor, 'Sebebi bu olmalı!' dediklerinin hepsi kendini aldatmanın farklı yolları. Hayatın nedeni yok, nedensizce üzer ve acı çektirir, ara sıra da nedensizce mutlu eder. Ve biz hepsinin sebebi kendimiz sanarız, oysa nedensizdir hepsi...<br />
<br />
"Hayatı koskoca bir şaka olarak kabul etmek lazım belki de... Çünkü ciddiye alınca çok can sıkıcı olabiliyor..." demişti o adam daha geçen gün... O da farkında hayatı fazla ciddiye aldığının ve bu kadar ciddiye almaması gerektiğinin. Herkes ne derse desin, bu kadar ciddiye almamak lazım hayatı. Yoksa gerçekten adamın canını çok sıkıyor...<br />
<br />
'Tutunamayanlar'ı okurken kendini buluyor Selim Işık'ta... O nedenle ki; bir haftada koca koca kitapları okuyup bitiren adam, satır satır, harf harf anlamak için Selim'i, işi ağırdan alıyor. Sanki kitap bittiğinde o da bitecekmiş gibi... Her kelime, her cümle aklında yeniden şekilleniyor ve biraz da buluyor kendini Selim'de... Aman sonu Selim gibi olmasın da...<br />
<div>
<br />
<div style="text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/Dbh_k5GLRuQ?rel=0" width="560"></iframe>
</div>
<div style="text-align: center;">
<blockquote class="tr_bq">
i don't need no arms around me<br />
and i dont need no drugs to calm me.<br />
i have seen the writing on the wall.<br />
don't think i need anything at all.<br />
no! don't think i'll need anything at all.<br />
all in all it was all just bricks in the wall.<br />
all in all you were all just bricks in the wall.</blockquote>
</div>
<div style="text-align: left;">
Kapının ardındaki o adam, oraya çökmeden önce yatağında oturuyor. 'Ne yapmalı?' diyor kendi kendine. Eli telefona gidiyor, önce yaşıtı bir arkadaşını aramak geliyor aklına, sonra kardeşini. Arkadaşı mı, kardeşi mi? Arkadaşını şimdi sıkmak istemiyor, ama ona bir ara yazacak uzun uzun. Aklında bir şeyler var, paylaşacak kendisiyle. Ya da vazgeçecek, kimbilir... Kardeşini de arayıp meraklandırmak istemiyor, gerçi arasa açar mı ki? Çok yoğun o, gece gündüz nöbette. Hiç bitmeyen nöbetleri var kardeşinin...</div>
<br />
Sonra ayağa kalkıyor, masasına geçiyor... Eline 'Tutanamayanlar'ı alıyor, bu sefer Selim'i okumak için değil ama. Geçen haftaki bir görüşme sonrası, kitabın arasına sıkıştırdığı kağıdı almak için. Kağıtta iki kişinin eposta adresi var, biri psikiyatrist, diğeri danışman. Adresler bir reçeteye yazılmış, üzerinde isim olmayan boş bir reçeteye, bir açık çek gibi, ama kime belli değil... <br />
<br />
Geçen haftaki görüşme... Bir yazı yazdı bu adam, ağlatsın diye yazmadı ama kimilerini ağlattı... Görüştüler bu adamla... Ondan bir çok şey istediler, ama bir tanesini yapamazdı. Yapamadı da... Kabul etmedi o bir isteği. Ama hala aklında o istek. Aklında olan binlercesinin yanında yerini aldı bu da... Ama yapamazdı, yaparsa kaybederdi bir şeyler kendinden...<br />
<br />
Adam o reçeteye baktı, evirdi çevirdi bir daha baktı. Sonra tekrar 'Tutunamayanlar'ın arasına koydu. Elleri titredi, ayağa kalktı. Odada bir ileri bir geri yürüdü. Sonra bir daha... Ve kapının ardına geldi... Derin bir nefes aldı...<br />
<br />
Ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı... Kimse görmesin kendini o halde diye kapıyı kitlemek geçti aklından bir an, ama sonra ondan da vazgeçti... Kimse yoktu ki kapının ardında... O adam orada ağlarken, sessizdi koridor, sessizdi duvarlar, sessizdi oda... Bir tek o vardı...<br />
<br />
Aklından düşünceler aktı geçti, yetişemedi hızlarına. Yetişmek de istemedi esasında, yetişse ne olacaktı ki... Sonra 'O kadar da zor değilmiş!' dedi, aklından hiç çıkmayan şeyi düşünerek... Demek ki tam da bu anlarda, karar veriyor insan devam etmeye ya da çekip gitmeye... Bir ürperti geçti üstünden tam da o anda, üşüdü, sonra da bir titreme hali...<br />
<br />
'Yazmalıyım!' dedi bunları... 'Kimse ile paylaşamazken döküvermeliyim ortalık yere her şeyi...' Ve yazdı...<br />
<br />
O oda kapısının arkasında biri var... dedi ve yazdı...<br />
O oda kapısının arkasındaki biri ve diğerleri için yazdı...<br />
O oda kapısının arkasındaki diğerleri ile birlikte yazdı...<br />
Ve ağladı... Diğerleriyle birlikte...</div>
Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-70649476500414451232013-12-25T12:42:00.003+02:002013-12-25T14:43:18.150+02:00Çok Kızgınım Sana Boğaziçi...Bu sabah yatağımdan fırladığımda zihnimde yankılanan cümle buydu, "Çok kızgınım sana Boğaziçi..." Nasıl bu kadar gözlerini kapatabilirsin yaşananlara, nasıl bu kadar görmezden gelebilirsin her şeyi? Nasıl başarıyorsun bunu, anlat biz de öğrenelim işin püf noktasını, belki böylece başarabiliriz afyon yutmuş gibi ortalarda dolaşmayı kafayı hiçbir şeye takmadan...<br />
<br />
Sanırsınız ki Boğaziçi Üniversitesi başka bir boyutta, öğrencileri ise bambaşka bir boyutta yaşıyor da öğrenciler üniversiteden haberdar olmasına karşın, üniversite öğrencilerinden bihaber. Hangi kaf dağının ardına saklanmışsa bu boyut, ulaşabilene aşk olsun demek istiyorum. Bu erişilmezlik kaç vakittir üzüyor ve hatta kızdırıyor beni, bu sefer de kalemimi bu ulaşılmazlığı anlatmak için kullanacağım.<br />
<a name='more'></a><br />
<h3>
Dağlar Taşlar Bile Dile Geldi...</h3>
<br />
İsmail'in ölüm haberi okulda deprem etkisi yarattı, dağlar ile taşlar bile üzüntülerini ifade edebilmek için dile geldi de Boğaziçi'nden bir 'başımız sağolsun' bildirisi geçilmedi, hatta dalga geçer gibi 2 yıl öncenin 'Final Hazırlıkları' <a href="https://www.facebook.com/photo.php?fbid=665751306810766&set=a.197482036971031.59794.196120360440532&type=1" target="_blank">albümü paylaşıldı</a> 'Özlediniz mi?' denilerek. Sen bu kadar yok sayarken bizleri, özlemedik özleyemedik hiçbir şeyi. Özlediklerimiz, geçip gidenlerimiz ama senin pek umrunda değil onlar. Gerçi haklısın, dirisine ne faydan dokundu ki, ölüsüne hayrın dokunsun?<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-ieMYhSo5W04/UrqrHxiiB_I/AAAAAAAALL8/OmeFNmmflEI/s1600/bogazicindetoma.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="358" src="http://3.bp.blogspot.com/-ieMYhSo5W04/UrqrHxiiB_I/AAAAAAAALL8/OmeFNmmflEI/s640/bogazicindetoma.png" width="640" /></a></div>
<br />
Öğrencilerin Boğaziçi Üniversitesi Güney Kapısı'nın önünde kendilerinin en az iki üç katı polisle karşılaşmış, bir kış vakti TOMAdan sıkılan su ile püskürtülmüşken neden görmezden geldin yaşananları? Boğaziçi Üniversitesi'nin açık bir kampüs olduğu, dolayısıyla Güney'i, Kuzey'i ve Hisar'ı bağlayan yolların da kampüsün bir parçası olarak ele alınabileceği herkesin malumu iken polis o öğrencileri her gün en az iki kere yürüdükleri yoldan yürütmedi, hatta üstüne bir de zor kullandı ama senin sesin soluğun çıkmadı. Öğrencilerinin kapının önünde, polis şiddetine uğramasına sessiz kaldın.<br />
<br />
En basitinden, 'yaşananları kaygıyla izlediğinizi belirten' bir kınama metni yayınlamak bu kadar mı zordu? Bu sessiz halinizi görünce insan düşünmeden edemiyor; iyi ki bizim üniversitenin ortasından yol geçirmek için bir bayram sabahı baskını düzenlemiyor belediye. Elinizde çikolatalarla 'Hoşgeldiniz kampüsümüze!' demezsiniz elbet (umarım demezsiniz), ama çok da sesiniz çıkacak gibi görünmüyor. Ne mutlu ki, akademisyenlerimiz daha duyarlılar da ara sıra bildiri yayınlıyorlar özgür iradeleriyle.<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-XAYQqA2mgDY/UrqsyW8uJgI/AAAAAAAALMI/iuwNdOS2mck/s1600/sarietepebaskini.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="480" src="http://3.bp.blogspot.com/-XAYQqA2mgDY/UrqsyW8uJgI/AAAAAAAALMI/iuwNdOS2mck/s640/sarietepebaskini.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Geçen Yıl Ki <a href="http://www.okck.net/2013/02/mart-2014te-bir-eksiksin-chp.html" target="_blank">Sarıyer Belediyesi Baskını</a></td></tr>
</tbody></table>
Kilyos'ta yaşanan ve ucuz atlatılan yangın konusunda da pek sessiz kaldınız. Hatta adım gibi eminim ki <a href="http://www.okck.net/2013/11/kilyosta-dumanli-ve-korkunc-bir-gece.html" target="_blank">yaşananları kaleme alıp</a> bir iki gün içerisinde 2000 Boğaziçili tarafından okunmasını bir şekilde sağlamamış olsaydım, Kilyos'a uğrama gibi bir düşünceniz de yoktu. 'Abartma, elbet gelecektik!' demeyin sakın, gelecek olsaydınız Cuma günü gelirdiniz haftasonuna dair şehir dışı planlarınızı hiç düşünmeden iptal ederek. Ama öğrenci dediğin bekler, işi ne?<br />
<br />
Yazdıklarım nedeniyle eleştirenler de oldu, hatta bazı ilgili kişilerle aram hala limoni ama sonunda yöneticilerin dikkatini Kilyos'a çekebildiğim için çok da dert etmiyorum yazının yan etkilerini. Diyorum ya hep, kalemimin kırılmasını göze aldım ben, birileri göze almalı ki görmezden gelenlerin gözlerine sokabilmeli yaşananları.<br />
<br />
Geçenlerde Boğaziçi Üniversitesi'nin Facebook sayfasında, LinkedIn sayfasının da açıldığı <a href="https://www.facebook.com/photo.php?fbid=661614733891090&set=a.197482036971031.59794.196120360440532&type=1" target="_blank">paylaşıldı</a>. Oysa yeni açılan bir şey yoktu, zaten açıktı. LinkedIn, oldukça aktif bir kullanıcı olduğum için sayfanın yöneticiliğini bana vermişti. Daha hiçbir üniversitenin sayfası yokken, sayfanın içini bir güzel doldurdum ve açılma işlemlerini hızlandırdım. Sayfada şahsi hiçbir gönderi paylaşmadım pek tabii ki, kendimce etik kurallarım var çünkü.<br />
<br />
<h3>
Rahatsız Eden 'Geçmiş Olsun' Mesajı...</h3>
<br />
Neyse, sayfa benim kontrolümde olduğu için Boğaziçi'nin yapmadığını yapıp Kilyos'a geçmiş olsun mesajı yayınladım gayet formal bir dille. Altında pek çok Boğaziçili bu konudaki üzüntülerini paylaştı, geçmiş olsun dileklerini sundular. Bugün görüyorum ki, sayfadan o mesaj kaldırılmış. Bir geçmiş olsun mesajı yayınlamaya tenezzül etmeyen üniversite, var olanı kaldırmak gibi anlamakta zorluk çektiğim bir duruma da imza atmış. Yazık...<br />
<br />
Boğaziçi'nin sosyal medya ekibini de anlamıyorum açıkçası. Bu ekip üniversitenin öğrencilerinden oluşuyor, biliyorum ki içlerinde oldukça değer verdiğim arkadaşlar da var. Var olmasına var da, kendilerinin bu konularda yönetimden bir şey gelmeden paylaşma izinleri yok. Peki sormak istiyorum kendilerine, hiç mi başlarını kaldırıp 'Neden paylaşmıyoruz?' diye sormuyorlar, sosyal medya işi böyle bir şey diyemiyorlar. Bu kadar mı robotlaştılar, ya da robotlaştırıldılar.<br />
<br />
<h3>
Temsil Edilmeyen %34,5...</h3>
<br />
Geçtiğimiz haftasonu Kadıköy'deki rengarenk mitinge polis müdahale ettiğinde, Boğaziçi Üniversitesi ÖTK'sı alakasız işler peşindeydi. ÖTK'nın da keyfi yerinde, yine anlayamadığım bir biçimde. Nedenini anlayamıyorum, çünkü üniversitenin <a href="http://www.okck.net/2013/12/ing-bank-secim-baraji-hisarustu-metrosu.html" target="_blank">%34,5'u ÖTK'da temsil edilmiyor</a> ama ÖTK temsilcileri kaptıkları koltukların sarhoşluğundan olsa gerek 'Böyle bir temsil sorunu Boğaziçi Üniversitesi'nde kabul edilebilir bir şey olamaz, gerekirse biz de görevden çekilelim de seçimler yenilensin...' diyemiyor. Anlamaya çalışıyorum, ama başaramıyorum, özür dilerim...<br />
<br />
<h3>
Öğrencilerin Değil, Yönetenlerin Üniversitesi</h3>
<br />
Boğaziçi Üniversitesi, öğrencilerin değil yönetenlerin üniversitesi. Bu durumu kabul etmek gerekiyor sanırım, yoksa çıldırmak içten bile değil. Kar yağıyor, öğretmen derse gelemediği için ders iptal oluyor ve bu iptal öğrenci dersin kapısına geldiğinde haberdar oluyor. Öğrenci dediğin nedir ki, olmasa da olur zaten. Çok iyi hatırlıyorum, fii tarihindeki bir Ocak ayı Proficiency Sınavı günü inanılmaz kar yağıyordu, son dakikaya kadar erteleme olur mu diye bekledik. Erteleme haberi falan yayınlanmadı, öğrenciler sınav yerine ulaştı, üstüne bir de yarım saat geçti ve 'Niye başlamıyor?' diye sorduk, öğretmenler gelememiş ve sınav ertelenmiş. Boğaziçi hep böyleydi yani, nedense hiç ilerleyemiyoruz, hatta geriliyoruz galiba...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://buvak.org.tr/okula_donus.php" target="_blank"><img border="0" height="228" src="http://1.bp.blogspot.com/-k9MZH8D59hY/Urqwes8a4FI/AAAAAAAALMU/qtFSF97PKzU/s640/okuladonus.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Boğaziçi Üniversitesi özellikle bir konuda çok dertli... Öğrenciler mezun olduktan sonra, üniversiteye yeterince yardım etmiyormuş, üniversite kendi yağıyla kavrulmak zorunda kalıyormuşmuşmuş. Peki soruyor musun kendine, ben öğrencimin özel olduğunu, ona değer verdiğimi hissetiriyor muyum diye? Klasik Müzik Konserleri'nde en güzel yerleri, akademisyenlerin ile daha fazla para verebilen mezunlarına ayırıyorsun, üniversitende öğrencilerin istisnai durumlar dışında faydalanamadığı Kennedy Lodge gibi yerlerin var, öğrencilerini upuzun yemekhane kuyruklarına mahkum ederken personelinin rahatı için ayrı bir alan açıyorsun.<br />
<br />
Peki bu öğrenci neden mezun olunca dönsün ki üniversitesine? Şamar oğlanı etmişsin öğrencini, itip kakıp duruyorsun, yok sayıyor, hatta '<a href="http://www.okck.net/2012/08/proficiency-sinavindaki-basarisizligin.html" target="_blank">Remedial</a>' oldu diye üniversiteden kovalıyorsun, her dönem ders seçmelerinde üç beş günü <a href="http://www.okck.net/2013/02/tarihi-eser-tadindaki-registration-sistemi.html" target="_blank">öğrencine dar ediyorsun</a>, sonra da diyorsun 'Öğrenciler mezun olup gidiyor, dönüp de arkalarına bile bakmıyorlar.' Bakmazlar tabii, ne aldılar da ne verecekler?<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-POwuizL9zNE/Urqykgl_UQI/AAAAAAAALM4/MnJ87oHtrOM/s1600/manzara.JPG" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://3.bp.blogspot.com/-POwuizL9zNE/Urqykgl_UQI/AAAAAAAALM4/MnJ87oHtrOM/s640/manzara.JPG" width="640" /></a></div>
<br />
Şimdi diyeceksin ki 'Burası Boğaziçi Üniversitesi, adı bile yeter buranın.' Zaten Tanıtım Ofisi de böyle demiyor mu? Bahsediyor mu madalyonun diğer tarafından? Süslüyor püslüyor üniversiteyi, öyle sunuyor Boğaziçi adaylarına. O öğrenciler gerçeklerle ilk Kilyos'a sürüldüklerinde yüzleşiyorlar, 'Biz Güney'e gelmiştik, bu Kilyos da nereden çıktı?' Bizim burada işler böyle, hele bir öğrenci olmaya gör, sevgilerimizi (!) sunarız sana en güzelinden (!).<br />
<br />
<h3>
Öğrenciler Boğaziçi'ni Kazanarak Geldi, Farkında Mısınız?</h3>
<br />
Boğaziçi Üniversitesi'nin göz ardı ettiği çok önemli bir husus var, o da bu öğrenciler buraya siz lütfettiniz diye gelmedi. Bileklerinin hakkı ile dereceye girip kazandılar Boğaziçi'ni, bir dolu teklif edilen bursu ellerinin tersi ile itip yerlerini yurtlarını arkalarında bırakıp da geldiler. Bu nedenle, sizin öğrencilere ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapma gibi bir hakkınız yok. Ki o öğrenciler olmasa, üniversite denen şey de olmaz farkına varın artık bunun. Gerçi benim tanık olduğum 10 yılda farkına varamadınız, bundan sonra farkına varacağınız da şüpheli ya işte laf olsun torba dolsun...<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-F_CIy1MzW18/UrqxAQ4XpMI/AAAAAAAALMg/hrypAFHMlW4/s1600/hamlinhall.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="426" src="http://3.bp.blogspot.com/-F_CIy1MzW18/UrqxAQ4XpMI/AAAAAAAALMg/hrypAFHMlW4/s640/hamlinhall.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Öğrenciler Olmadan Ne Tadı Olur, Ne De Adı Olur Boğaziçi'nin...</td></tr>
</tbody></table>
Anlayacağınız çok doluyum, çünkü kabul edemiyorum bu durumu. Çok sevdiğiniz bir insanın, bile bile kendini harcamasını bir türlü kabullenemezsiniz ya, ben de kabullenemiyorum üniversitemin bu hallerini. Rektörümüz Gülay Hoca'nın seçilme sürecinde, öğrencilerin görüşlerine kulak verdiği <a href="http://gulaybarbarosoglu.net/index.php?p=onerileriniz" target="_blank">internet sitesiyle</a> ayrı bir umutlanmıştım aslında bir şeylerin artık değişeceğini düşünerek, ama gelinen noktada değişen çok da bir şey yok.<br />
<br />
<h3>
Öğrenci Odaklı Yönetim Anlayışı Gerek...</h3>
<br />
Kabul ediyorum, Boğaziçi Üniversitesi'ni yönetmek kolay bir iş değil ama burada bahsettiklerim o kadar zor şeyler değil. Sadece yönetim anlayışını değiştirmek, öğrencilerin arasına inebilmek, öğrencileri birincil öncelik olarak tanımlamak ve eleştirilerle yüzleşebilmek cesaretine sahip olmak gerekiyor. Öğrenciler iyi niyetinize ve onlar için çabaladığınıza inanırsa, ellerinden gelenin ötesinde destek vereceklerdir üniversiteleri için buna eminim.<br />
<br />
Hala bir parça umut var içimde, ama keşke mezun olmadan görebilseydim bir şeylerin değiştiğini...<br />
O kadar zamanda değişmedi bir şeyler, tamam vazgeçtim bu kadar kısa sürede olmasın...<br />
Ama en azından ömrüm bitmeden düşlediğim Boğaziçi'ne kavuşabileyim...<br />
<br />
<i><b>Gerçekten de çok zor değil,</b></i><br />
<i><b>Bizden olmak, bizimle olmak...</b></i>Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-14046106608344873162013-12-24T20:01:00.001+02:002017-02-13T04:00:07.606+03:00Bizim Yolumuz Da Bir Gün FSM'ye Uğrar Mı Arkadaş?Dün İsmail'in intihar haberini okuduğumda, önce ürperdim sonra da bu soru cümlesi döküldü dudaklarımdan "Benim yolum da bir gün FSM'ye uğrar mı?" Neden olmasın ki? İsmail benden daha azına mı sahipti ya da daha fazla derde mi sahipti? Bilgisayar Mühendisliği'nden mezun olmuş, bir dolu başarıya imza atmış bir Doktora öğrencisiydi 30 yaşında, benim gibi hala üniversite öğrencisi değildi...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://1.bp.blogspot.com/-32aeybTpgeQ/UrnHjKi-eWI/AAAAAAAALKk/RlOLhvF5AocnwyUw7jv-O6xy2qvLQesBACPcB/s1600/fsm.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="https://1.bp.blogspot.com/-32aeybTpgeQ/UrnHjKi-eWI/AAAAAAAALKk/RlOLhvF5AocnwyUw7jv-O6xy2qvLQesBACPcB/s640/fsm.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
Birçok kereler üzerine düşündüm intihar etmenin... Nasıl intihar edebileceğimi ve edemeyeceğimi planladım... Hatta bir kere denedim bile, ama yuttuğum ilaçlar önce kusturup sonra iki gün boyunca uyutmak dışında bir işe yaramadı. Anladım ki ilaçla ölemem ben, bir yerden atlamalı ve kanat açmalıydım özgürlüğü '<a href="http://www.okck.net/2009/11/bir-marti-gibi.html" target="_blank">Bir Martı Gibi...</a>' ya da asmalıydım kendimi <a href="http://www.okck.net/2010/08/zor-geldi.html" target="_blank">'Zor geldi!'</a> diyerek...<br />
<a name='more'></a><br />
İsmail'in intiharını bir haber sitesinden öğrendim ve Facebook'taki Boğaziçi Üniversitesi grubumda paylaştım, "İntihar edene Allah rahmet eylesin! denir mi ki?" düşünceleriyle. Neden denmesin ki? Hatta mekanı cennet olsun bile denebilir, bize dikte edilen 'intiharın dönüşsüz bir günah olduğu' öğretisine rağmen. Tanrı'nın can alıp verme hegomanyasını kırdılar diye cennetten kovulmasına da göz mü yummak lazım, sırf bu nedenle bile isyan etmeli belki insan. Ya da susmalı ve 'kaderine razı olmalı'...<br />
<br />
<iframe frameborder="no" height="166" scrolling="no" src="https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/tracks/126354771&color=ff6600&auto_play=false&show_artwork=true" width="100%"></iframe>
<br />
<h3>
Neden İntihar Etmiş?</h3>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-ziVCciCbhlM/UrnH_r6kRWI/AAAAAAAALKo/jIWdTOx7cS0/s1600/ismail.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://2.bp.blogspot.com/-ziVCciCbhlM/UrnH_r6kRWI/AAAAAAAALKo/jIWdTOx7cS0/s320/ismail.jpg" width="239" /></a></div>
Haberi ben paylaştığım için, o gün içerisinde gördüğüm üç beş suratın bana 'Nasılsın?'dan önce sorduğu ilk soru 'Neden intihar etmiş?' oldu. Neden intihar etmiş? Ne önemi var ki neden intihar ettiğinin, bir insan pılını pırtısını bile toplamadan göçüp gitmeye karar verdikten sonra.<br />
<br />
Geri dönüşü olmayan bir yolu seçmiş İsmail, cesurmuş... Kendisine imrenmedim değil, kendini FSM'den bırakmadan önce bir soru sormalık bir şansım olsaydı sorardım, "Son adımı atmak için cesareti nasıl kazandın?" Cevap verirdi belki, ya da o da bana bir soru sorardı "Hayırdır?" Ben de derdim ki "Hayır mı, şer mi görürüm elbet, ama sen göremeyeceksin. Güle güle. Oradakilere benden selam söyle, belki yakında gelirim. Ya da gittiği yere kadar giderim..." Gittiği yer neresiyse artık, işte tam da oraya kadar...<br />
<br />
<h3>
'Gittiği Yer' Neresi Ki?</h3>
<br />
2002'de Superdorm'un banyosuydu Boğaziçili Sinem için... Bilgisayar kablosuyla boğdu kendini, Yönetim Bilişim Sistemleri Bölümü'nün birincisiydi ve 3,5 ortalaması vardı. İntiharı Hakan Peker'in sevgilisi olduğu için geniş yer buldu basında. Psikolojik sorunları vardı, sınıfından arkadaşlarıyla daha kalabalık bir odaya geçmek istemişti ama üniversitemizin yönetimi izin vermemişti... O gittiğinde, benim Boğaziçi'ne gelmeme bir sene vardı.<br />
<br />
2006'da Üsküdar'daki eviydi Boğaziçi Kimya Mühendisliği mezunu Utku için... Kalorifer borularını intiharına alet etmişti fütursuzca, aylardır iş bulamadığı için bunalımdaydı. Boğaziçili bir mühendis olması bir işe yaramamıştı, maddi sorunları yoktu ama daha fazla işsiz kalmak istemedi. Bizim Bursa Fenli Utku gittiğinde, ben Hazırlık sınıfını atlamak için kafayı sıyırmak üzereydim...<br />
<br />
2007'de Kadıköy'de bir otel odasıydı Boğaziçili Duygu için... İktisat bölümü birinci sınıf öğrencisiydi, istekleri için bazı hatalara düştüğünü söylüyordu ve vazgeçiyordu yaşamaktan. O andan sonra tek korkusu kurtarılmaktı. Bir de ölümünden basının haberi olmasın istemişti, ama öldüğünü basından haber aldık. Ben o sıralar Boğaziçi öğrencisiydim, kağıt üzerinde iki, gerçekte birinci sınıftaydım.<br />
<br />
2009'da FSM idi Boğaziçili 30'undaki Ali Hikmet için... 'Midem bulanıyor.' diyerek durdurdu taksiyi ve kendini boşluğa bırakıverdi. Kimse inanamadı intiharına, ben de inanamadım. Kendisi CHEM105 labıma girmişti, Kimya bölümü Lab Asistanı olarak. O sabahın gecesinde kız arkadaşıyla tartışmış, ama bir tartışma için insan bırakır mı kendini boşluğa... Neden bırakamasın ki? O bıraktığında, ben kağıt üzerinde dördüncü sınıfta, gerçekte ise hala birinci sınıftaydım.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-S6EkHguKS9M/UrnJKzsR2YI/AAAAAAAALK4/hPEUSxPUPSg/s1600/suicide-bridge.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="https://3.bp.blogspot.com/-S6EkHguKS9M/UrnJKzsR2YI/AAAAAAAALK4/hPEUSxPUPSg/s640/suicide-bridge.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
2010'da Beşiktaş'taki evinin beşinci kattaki balkonuydu 38'indeki Kerem için... Kerem dediğime bakmayın, Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü'nde Yard.Doç.Dr. ünvanı ile hocaydı kendisi. Ölünce ünvanlar silinip gidiyor da, o nedenle Kerem dedim sadece. Hatta değil ünvanlar, isimler bile silinip gidiyor akıllardan yıllara bile varmadan aylar içinde... Psikolojik sorunları vardı Kerem Hoca'nın, üniversitem sağlık sorunları dedi geçti. O balkondan kendini attığında, ben kağıt üzerinde hala dördüncü sınıftım, ama artık ikinci sınıftım.<br />
<br />
2012'de Temel Bilimler'in merdiven boşluğuydu 30'undaki Serkan için... Bugün yaldızlı panolarla süslenmiş merdiven boşluğu, Bilgisayar Mühendisliği mezunu ve öğretim görevlisi olarak da görev yapıp sonra istifa eden Serkan için son duraktı. Ailesi habere dönüşmesini özellikle istemedi, ama Yusuf Yuva onun sessiz sedasız çekilip gitmesine izin veremedi, anlatıverdi onu '<a href="http://haber.sol.org.tr/serbest-kursu/cunku-yuva-yurttur-yusuf-yavuz-haberi-56270" target="_blank">Çünkü yuva yurttur...</a>' diyerek... Serkan gittiğinde, ben dördüncü sınıf halimi kağıda kazımakla meşguldüm ve gerçekte ise ikinci sınıf bitiyordu...<br />
<br />
Bizim üniversitenin son durak laneti, personeline de dadandı. 2009'da 32 yaşındaki Teknisyen Ferdi, Yeni Derslik'in bodrum katının kalorifer borusunu kendine 'gittiği yer' seçti. Ferdi'nin bedenini öğrenciler buldu, çığlıklar yükseldi ben pencereden bakarken. Polis geldi, ambulans geldi ama Ferdi gelmedi. Anlaşılan sevmişti gittiği yeri...<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://1.bp.blogspot.com/-7SW0_DG1WvY/UrnKFe8V9mI/AAAAAAAALLE/H3eEhl1NkXg/s1600/nilgunmarmara.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="246" src="https://1.bp.blogspot.com/-7SW0_DG1WvY/UrnKFe8V9mI/AAAAAAAALLE/H3eEhl1NkXg/s640/nilgunmarmara.jpg" width="640" /></a></div>
<h3>
Hayatın Neresinden Dönülse Kârdır...</h3>
<br />
Belki de ben doğduktan iki yıl sonra, 1987'de hayatını sonlandıran Nilgün Marmara'nın 'Kırmızı Kahverengi Defter' adıyla yayınlanan günlüklerinde dediği gibi 'hayatın neresinden dönülse kâr'dı.<br />
<br />
Nilgün de Boğaziçili idi... İngilizce Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdikten sonra, Sylvia Plath'ın bireyin yalnızlığına ve varoluş sorununa bakışı kendisini çok etkiledi. Şiirlerinde, düşle gerçek arasında gidip gelen kırılgan birinin sesi oldu. Küçük İskender ve Cezmi Ersöz gibi tanıdığımız şairleri, eserleriyle etkilemeyi başardı. O da 30 yaşında 'yaşama karşı ölüm' dedi ve 'kısa hayatın kârı'nı yanına alıp çekti gitti.<br />
<br />
<h3>
Yaş 30, Ya Şimdi Ya Da...</h3>
<br />
Anlaşılan o ki, yaşımın 30 olmasına pek bir az kala bana da göz kırpıyor FSM... "Ya şimdi olacak..." diyor, "Ya da Cahit Sıtkı'nın 35 yaş şiirini de okuyup bir 35 yıl daha gideceksin..." ve ekliyor "Köprüden önceki son çıkıştasın, ya şimdi ya da..."<br />
<br />
Kendimce başarılarım oldu, birçoklarına göre dolu dolu ve rengarenk bir hayat yaşadım. Ama sıkışıp kaldım şu Boğaziçi Üniversitesi'ne, artık kendime uzatmalı öğrenci demekten bile çekinir oldum onca zamandan sonra. Öyle ki eşşeği bile bağlasak bunca vakitte mezun olurdu. Desenize her bir şey olmuşum da bir eşşek kadar olamamışım.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-crX9jkWwdyI/UrnLyxNVs3I/AAAAAAAALLQ/LLesp7_EcaU/s1600/suicide.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="360" src="https://3.bp.blogspot.com/-crX9jkWwdyI/UrnLyxNVs3I/AAAAAAAALLQ/LLesp7_EcaU/s640/suicide.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Şimdinin gençleri, gelip bana diyor ki "Seni kendime örnek alıyorum, inanılmaz azimlisin. Ben olsam şimdiye çoktan vazgeçmiştim.", onlara cevabım iç güveysinden hallice ama biraz da dertli "Teşekkür ederim, ancak Boğaziçi ile uzatmalı sevgili hallerimi sakın örnek alma. Diğer hallerim de şaibeli, ama sen bilirsin..."<br />
<br />
18 yaşımda Boğaziçi Üniversitesi'ni kazandığım sıralarda bir kağıdın altına Prof. Dr. Oğuz Kaan Çağatay Kılınç diye yazmışım, gençlik işte hayallerim büyükmüş. Boğaziçi ile uzatmalı ilişkimizin nedenleri üzerine çokça şeyler yazılıp çizilebilir, ama ne karalarsak karalayalım geçip giden yıllarla, yıpranan sinirlerin telafisi mümkün değil.<br />
<br />
Tanrı gelse ve "18 yaşına geri saracağım hayatını, bir güzellik yapalım abimize..." dese, tercih listemin en başına ODTÜ'nün Mühendislik bölümlerini sıralardım. Ezberden hiç haz etmeyen ben, Ankara Tıp'ı bile yazardım da Boğaziçi'ni yazmazdım. Kalırdım Ankara'da ailemin yanında, boydan boya rengarenk işlemenin hayalini kurduğum odamda keyif sürerdim her yıl oradan oraya taşınıp durmak zorunda kaldığım yurt köşeleri yerine.<br />
<br />
İstanbul'a geldim ve 'Sen mi büyüksün ben mi?' dedim de, pek tabii ki İstanbul galip geldi. Oysa Ankara, sarıp sarmalardı beni. İstanbul kadar renkli değildi belki ama, yanar döner ışıkları altında da adamı boğuvermiyordu. Öyle ki, İstanbul'un sözde güneşli kışlarında bile daha çok üşüdüm, Ankara'nın eksilere varan buzlu gecelerinden...<br />
<br />
<br />
<h3>
Vasiyetim De Budur...</h3>
<br />
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-hCoHolfK4fE/UrnIlV9Y18I/AAAAAAAALK0/IMVEPsBYE4k/s1600/suicide-bw.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://2.bp.blogspot.com/-hCoHolfK4fE/UrnIlV9Y18I/AAAAAAAALK0/IMVEPsBYE4k/s400/suicide-bw.jpg" width="316" /></a>Kaç vakittir düşünüp duruyorum, 'Bir ara vasiyetimi yazayım, sağda solda bir yerlerde ölüp gideceğiz sonra her şey arkada öylece kalacak.' diye. Gerçi omuzlar üstünde terk-i diyar eyledikten sonra, geride kalanlar çok da umrumda olacak mı sanki de? Ama belli mi olur, belki de şöyle bir dönüp bakma şansım olur ve arkada kalan varlıklarımın benim arzuladığımdan bambaşka hallerle tarumar edildiği görürüm de, öldüğüme değil de vasiyet bırakmadığıma üzülürüm.<br />
<br />
Bilgisayarım ve dijital tüm varlıklarım, benimle ilgili şeyleri bir güzel düzenleyip bir yerlerde tüm dünyaya açabilecek olan kişiye kalsın. Açıkçası bunu yapabilecek kişinin kim olduğunu bilmiyorum, aklıma bir iki kişi geliyor ama kendilerine de bir sormak lazım önce.<br />
<br />
Sosyal hesaplarım ile eposta adresimi, kız arkadaşım alsın. Önce benim artık bu dünyada olmadığımı paylaşsın beni bir şekilde tanımışlarla, sonra ister kapatsın isterse geçmişte yazdığım şeylerle ayakta tutmaya devam etsin hesapları.<br />
<br />
Giysilerimden işe yarayanlar ihtiyacı olanlara, kitaplarım Boğaziçi Üniversitesi Kütüphanesi'ne, varsa üç beş kuruş birikmişim benim adıma fakir ama bir gururlu bir gence bağışlansın. Ben ölene kadar çok param birikmiş olursa, Boğaziçi Üniversitesi'nde 'Biz Ayrılamayız!' burs fonu oluşturulsun da uzatmalı ama ihtiyacı olan öğrencilere burs bağlansın not ortalaması gibi ıvır zıvırlara bakılmadan (Ölmeden önce de oluşturmayı planlıyorum bu fonu, tabii üniversitem başarı kıstaslı şanına layık görürse...).<br />
<br />
Son olarak... Düşüncelerimi insanlığa, dertlerimi dertsizlere, yazıp çizdiklerimi sizlere bırakıyorum...<br />
<br />
Bir de ben öldükten sonra, haberimi yapın intihar etmiş bile olsam. Ailem haber edilmesini falan istemezse, bu yazımı gösterin onlara da 'Vasiyetiydi...' deyin... Öyle sessiz sedasız çekip gitmek, bir kez daha öldürür beni herhalde... Sonra 'Ulan bir işi beceremediniz...' diye cesetimin tüm soğukluğu ve ürpertisi ile çökmeyeyim tepenize...<br />
<br />
Ve olur da intihar edersem, 'Sebebini öğreneceğiz.' diye otopsi adı altında kesip biçmelerine izin vermeyin sakın ha... İntihar edersem, ölüm sebebime cesedime bakıp karar verebilecek bir Allah'ın kulu yok şu dar-ı dünyada. Düşmeye bağlı iç kanama, havasız kalmak suretiyle boğulma ya da ağır ilaç tüketimine bağlı zehirlenme olmayacak ölüm sebebim, ölmeye sebep çok ama bunlar değil kesinlikle...<br />
<br />
Öyleyse;<br />
<i><b>Bunca laf yeter, bir yol verin göçelim, </b></i><br />
<i><b>Belamızı bulma yollarında, serden bile geçelim...</b></i>Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com17tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-61626152113956918712013-12-07T18:42:00.000+02:002013-12-09T01:02:35.258+02:00Boğaziçi'nden Kısa Kısa... ING Bank, %30'luk Seçim Barajı, Kilyos Gelişmeleri ve Hisarüstü Metrosu...Boğaziçi Üniversitesi'nin gündemi, üst üste binen etkinliklerini bir köşeye koyduğumuzda bile pek bir dolu. Bu yazımda; ING Bank tepkisi ve sonuçlarından, ÖTK seçimlerindeki temsil sorunundan, Kilyos'taki son gelişmelerden bahsedecek, Hisarüstü Metrosu ile ilgili bir müjde verecek ve gündeme dair düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım.<br />
<a name='more'></a><br />
<h3>
ING Bank ve Diğerleri...</h3>
Kasım ayının son günlerinde Boğaziçi Forumu, Boğaziçi Üniversitesi'nin bir köşesinde açılacak olan ING Bank'ı istemediklerini çok güzel bir dille anlatan bir video çektiler. Senaryosu olan ve belki viral denebilecek bir video idi ama anlatılmak istenen çok açık ifade edildi. Video hedefine ulaştı belli ki, üniversitemiz bu konuda bir açıklama yapma gereği duydu, şimdi ise oraya ne açılacağı merak konusu.<br />
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="//www.youtube.com/embed/0rAZUy9UA_0?rel=0" width="560"></iframe>
</div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
Ancak insan "Peki bu kadarı yeter mi?" demeden duramıyor açıkçası. Üniversitemizdeki ortak kullanım alanlarının azlığı, kimsenin inkar etmediği bir gerçek. Madem öyle neden bir adım daha ileri gitmiyoruz ki?<br />
<br />
Örneğin neden Mühendislik Binası'nın girişindeki Garanti Bankası'ndan kurtulmuyoruz, nasıl olsa artık pek çok işlem İnternet Şubesi ve ATM'ler üzerinden gerçekleştirilebiliyor. Oradaki Garanti Bankası çekilse, orada geniş bir Mühendislik Kantini açılsa fena mı olur?<br />
<br />
Ya da Kuzey Kampüs'teki AKBANK ne kadar da anlamsız bir biçimde sıkışıp kalmış oraya. O oradan gitse de, örneğin kulüplerin etkinlik biletlerini satabilecekleri bir gişe falan yerleştirilse, her etkinlik oradan satılsa da etkinlik öncesi fellik fellik etkinlik masası aramasak ya da hadi yazın neyse de kışın bilet satmak için sağda solda telef olmasa.<br />
<br />
Güney Kampüs'te bir de kuytuya gizlenmiş bir Finansbank şubesi var, bağımsız minik bir binacıkta varlığını sürdürüyor. Şahsen bir Finansbank müşterisiyim, ama oradaki varlığı oldukça anlamsız. O gitse yerine bir müzik cafe açılsa, öğrencilerin müzik yaptığı güzel bir sosyalleşme alanı oluşturulsa.<br />
<br />
Bunlar sadece şu an aklıma gelenler, çok daha faydalı amaçlar için kullanılabilir üniversitemizin alanları. Aslında Gezi'den sonra, aklımda üniversitemle ilgili daha farklı düşünceler de mevcut 'Özgürlük Yolu', 'Başarı Yokuşu', 'Açıkhava Derslikleri' ve 'Gelecek Meydanı' gibi ama bunlar farklı bir yazımın konusu. Ancak ING Bank açılmadan tepki gösterebildikleri için Boğaziçili arkadaşlarımı kutluyorum, bir Starbucks İşgali Vakası'na daha gerek kalmadı ne mutlu ki!<br />
<br />
<h3>
ÖTK Seçimleri ve %30'luk Seçim Barajı</h3>
Gezi Direnişi'nden sonra kurulan forumların başlıca gündem maddesi Türkiye'deki seçimlerde uygulanmakta olan %10'luk seçim barajıydı. Bu gündem maddesi üniversitemizde kurulan forumlarda da değişmedi ve bir çok kez üzerinde konuşuldu ve tartışıldı. Hatta bu forumlara, üniversitemizin yönetim kadrosundan sözü geçen kişiler de katıldı ve darbe döneminin kalıntılarından biri olan barajın kalkması gerektiği savunuldu.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-V1sbGGedjMw/UqNCAA326gI/AAAAAAAALAw/8BgV4DDgWkw/s1600/otk.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="224" src="http://4.bp.blogspot.com/-V1sbGGedjMw/UqNCAA326gI/AAAAAAAALAw/8BgV4DDgWkw/s640/otk.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Ancak geçtiğimiz hafta bizi gerçeklerle yüzleştiriverdi. ÖTK seçiminin sonuçlarına göre; <b>%30</b>'luk baraj nedeniyle Boğaziçililerin <b>%34,5</b>'i ÖTK'da temsil edilemeyecekti. Temsil edilemeyen bölümler arasında; Makina ve Kimya Mühendislikleri, Bilgisayar ve Ortaöğretim Öğretmenlikleri, Tarih, Moleküler Biyoloji ve Genetik, Fizik, Psikoloji, Türk Dili ve Edebiyatı, Uluslararası Ticaret Bölümleri ile Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü mevcuttu.<br />
<br />
Esasında buradaki baraj, partilere uygulanan %10'luk barajdan biraz farklı. Bu baraj, %30'luk katılım oranını sağlayamayan bölümlerin ÖTK'da temsil edilmesine izin vermeyen bir şey. Peki adil mi, elbette değil! Çünkü biliyoruz ki birçok bölümün ÖTK Seçim Kurulu, adayların kendilerini tanıtacakları bir tanıtım toplantısı düzenlemediler, öğrencilerin oy vermesini teşvik edecek kampanyalar yapmaktan uzak durdular. (Örneğin, geçen sene New Hall çıkışına konuşlandırılan bilgisayarlar ve oyunu kullanan öğrencilere ikram edilen baklava ile daha fazla öğrencinin seçimlere katılım göstermesi sağlanmıştı.)<br />
<br />
Hatta ufak bir bilgilendirme ile katılım ve temsil edilme oranını rahatlıkla yükseltebilirdi. Oylama süresince bölümlerin katılım oranlarını yüzde olarak gösteren bir sayfacık olsaydı, katılım barajını aşamayan bölümlerin adayları gerekirse sınıf sınıf dolaşıp kendi bölümlerinin barajın altında kalmasının önüne geçebilirlerdi. Bu kadar basit bir şeyin, seçimi düzenleyenlerin aklına gelmemiş olacağına inanmak istemiyorum, olsa olsa işlerine gelmemiş olabilir ya da 'Kim uğraşacak şimdi onunla?' denmiş olabilir. Sonuçta ne gerek var ÖTK'ya ve ÖTK'da temsil edilmeye?<br />
<br />
<h3>
Sonunda Kilyos'a Geldiler...</h3>
Geçen hafta kaleme aldığım ve her biri 2500'den fazla kişi tarafından okunan '<a href="http://www.okck.net/2013/11/kilyosta-yasamak-ya-da-yasayamamak.html" target="_blank">Kilyos'ta Yaşamak ya da Yaşayamamak...</a>' ile '<a href="http://www.okck.net/2013/11/kilyosta-dumanli-ve-korkunc-bir-gece.html" target="_blank">Kilyos'ta Dumanlı ve Korkunç Bir Gece...</a>' yazılarım meyvesini verdi. Üniversitemizin Rektör Yardımcısı Biray Hocamız ile Rektör Danışmanı Fikret Hocamız Kilyos'a geldiler. Öğrenciler arasında, "Keşke 18:45 otobüsü ile gelseler de, bir de 59RK çilemize tanıklık etseler." muhabbetleri dolaştı ama tabii ki otobüsle gelmediler.<br />
<br />
Görüşmenin detaylarını ne kadar çok istesem de buradan paylaşamayacağım, çünkü ülke olarak şeffaflık olgusuna hala alışmış değiliz, sonra benim başım yanıyor. Sadece şunu söyleyebilirim; üniversitemizin yöneticileri eksiklikleri ve aksayan konuları kabul ediyor, bir an önce gerekli çalışmaları yapacaklarını dile getiriyorlar. Ancak bir öğrenci olarak, çalışmaların yakından takipçisi olacağım.<br />
<br />
<h3>
Ve Hisarüstü Metrosu Açılıyor...</h3>
İçimizin bu kadar karardığı yeter, son olarak müjdeli bir haberi sizlerle paylaşayım istiyorum...<br />
<br />
Levent-Hisarüstü arasında, Levent, Akmerkez, Dünya Göz ve Hisarüstü istasyonları ile hizmet verecek olan metro hattı hizmete açılıyor. Tüneldeki çalışmalar büyük oranda tamamlanmış ve iki ay sonra test sürüşlerine başlayacaklarmış. Hedef 30 Mart'ta gerçekleştirilecek yerel seçimler, yani bu hattaki seçmenler ve onların oyları.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/--fY4XvPKjso/UVtGABKdyQI/AAAAAAAAGkY/D-nOljMxP7M/s1600/manzarana-sahip-cik.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="236" src="http://2.bp.blogspot.com/--fY4XvPKjso/UVtGABKdyQI/AAAAAAAAGkY/D-nOljMxP7M/s640/manzarana-sahip-cik.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Metro hattının devreye girmesi ile birlikte, bu hatta görev yapan otobüslerin de kalkacağı söylentileri de mevcut. Yani Hisarüstü-Taksim arasındaki 559C, Hisarüstü-Şişli arasındaki 59R, Hisarüstü-Kabataş arasındaki 43R, Hisarüstü-Hacıosman arasındaki 59RH hatları kaldırılacak. Hatta Hisarüstü-Kilyos Sarıtepe Kampüsü arasındaki 59RK hattı da artık Hacıosman'dan başlayacak, öğrenciler Hacıosman'a kadar metroyu kullanacaklar.<br />
<br />
Tüm hatları bir anda kaldırmak mümkün olabilir mi ya da kaldırılan hatların tüm yükünü Levent-Hisarüstü metro hattı karşılayabilir mi onu şimdiden kestirebilmek güç. Belki otobüs sayıları azaltılır ya da farklı hatlar gelir. Örneğin, 59RB Hisarüstü-Beşiktaş hattı gibi. Ayrıca 59RK gibi 59RS de Hacıosman'dan Sarıyer'e giden diğer hatlarla birleşebilir.<br />
<br />
<h3>
Ve Son Olarak...</h3>
Blogumun mottosu en başından beri 'Kalemim Kırılsa Da Yazacağım...' O nedenle susmak yok...<br />
<br />
Ülkemizde idam cezasının kalkması ile birlikte belki artık bilemeyebileceğiniz 'kalemini kırmak' deyimi, hakkında idam cezası verilmek anlamındadır. Eskiden hakimler, idam cezası kararını verdikten sonra kullandıkları kalemi kırarlardı, bazı eski Türk fimlerinde de denk gelmiş olabilirsiniz.<br />
<br />
Yazımı Zülfü Livaneli'nin Hakim Bey eseri ile bitireyim de, hem kulaklarımızın hem de gönüllerimizin pası silinsin.<br />
<br />
<iframe frameborder="no" height="166" scrolling="no" src="https://w.soundcloud.com/player/?url=https%3A//api.soundcloud.com/tracks/123690451&color=ff6600&auto_play=false&show_artwork=true" width="100%"></iframe>
<br />
<br />
<div style="text-align: center;">
Şikayetim var cümle yasaktan.</div>
<div style="text-align: center;">
Dillerimi Hakim Bey, bağlasan durmaz.</div>
<div style="text-align: center;">
Gelsin jandarma, polis karakoldan,</div>
<div style="text-align: center;">
Fikrim firarda, mahpusa sığmaz...</div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
Gün olur, yerle yeksan olurum,</div>
<div style="text-align: center;">
Gün olur, şahım devri devranda.</div>
<div style="text-align: center;">
Kanun üstüne kanun yapsalar,</div>
<div style="text-align: center;">
Söz uçar, yazı iki cihanda...</div>
<div style="text-align: center;">
<br /></div>
<div style="text-align: center;">
Sussan olmuyor, susmasan olmaz.</div>
<div style="text-align: center;">
Dil dursa Hakim Bey, tende can durmaz.</div>
<div style="text-align: center;">
Yazsan olmuyor, yazmasan olmaz.</div>
<div style="text-align: center;">
Kaleme tedbir koma, tek durmaz...</div>
Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-15775026434560453702013-11-30T06:19:00.001+02:002013-12-09T01:16:22.937+02:00Kilyos'ta Dumanlı ve Korkunç Bir Gece...Sadece bir hafta önce Boğaziçili bir öğrenci arkadaşımız talihsiz bir kaza sonucu ağır yaralanmış ve daha üç gün önce kaleme aldığım "<a href="http://www.okck.net/2013/11/kilyosta-yasamak-ya-da-yasayamamak.html" target="_blank">Kilyos'ta Yaşamak... Ya Da Yaşayamamak...</a>" başlıklı yazımın henüz mürekkepi bile kurumamışken, dün sabaha karşı 4 sularında yine korkunç bir geceye uyandık Kilyos'ta...<br />
<br />
Yangın belki ufak çaplıydı ve ne mutlu ki kimse ölmedi ya da yaralanmadı ama, Kilyos'ta emaneten yaşadığımızı bir kez daha gözümüze soktu yaşananlar. 2.Kilyos Yurdu, katlara dolan yoğun dumandan kimse rahatsızlanmasın diye mümkün olduğunca hızlı bir şekilde tahliye edildi ve öğrenciler saatlerce endişe içinde beklemek durumunda kaldı. Bu yazımda yaşananlardan bahsedecek, olayları değerlendirecek ve biraz da hesap soracağım bizi Kilyos'ta unutanlardan.<br />
<a name='more'></a><br />
<h3>
Yangın Alarmları Da İşe Yaramayabiliyormuş...</h3>
<br />
Saat 4 gibi, oda arkadaşımın 'Yanık kokusu var!' demesiyle, yerimden fırlayıp koridora çıktım. Koridora ilk çıktığımda duman vardı ama oldukça azdı, o nedenle ilk başta dumanın kaynağını bulmaya çalıştım. Duman, koridorun bizim ucunda yoğunlaştığı için, bizim taraftaki odaları kontrol ettim. Bu sırada duman hızla artıyordu, insanı rahatsız etmeye başlamıştı ki daha bir dakika bile olmamıştı.<br />
<div align="center">
<blockquote class="twitter-tweet" lang="en">
Seyrek kalkan otobuslerden degil, olaydan bir saat sonra gelen ambulans-itfaiye yuzunden Kilyos'u uzak hissediyoruz.<br />
— Irem Ege Tugcu (@iegetugcu) <a href="https://twitter.com/iegetugcu/statuses/406339679894929408">November 29, 2013</a></blockquote>
</div>
Yangın alarmını aktifleştirmek için, yangın merdiveninin kapısını açtım ama alarm falan çalmadı, oysa ki çalması gerekirdi. Bu sefer yangın zillerinin çalmasını sağlamak için, kattaki bir başka öğrenci arkadaşımla birlikte yangın düğmesinin camını kırdık ama zilleri çaldıramadık. Bu arada ortamdaki duman yoğunluğu belli bir düzeye erişince yangın alarmını harekete geçirmesi gereken dedektörler de hiçbir tepki vermiyordu.<br />
<br />
<strike>Ancak sabah yangının çıkış kaynağını öğrendikten sonra, neden alarmların çalışmadığını fark edebildik. Yangın, alarmların da bağlı olduğu Kesintisiz Güç Kaynağı (UPS)'nda çıktığı için, bizim alarmlar tamamen işlevsizleşmişti.</strike> Gerçi işlevsel olmuş olsalardı da, yurdun tadilatından sonra bir türlü verim alınamayan alarmlar ne kadar etkil olabilecekti orası da ayrı bir konu.<br />
<strike><br /></strike>
[DÜZELTME: Son aldığım bilgiye göre; yangının çıkış kaynağı olan Kesintisiz Güç Kaynağı (UPS)'na, yangın alarmları bağlı değilmiş. O UPS'ler kullanılmıyormuş ve atıl halde duruyormuş. Bu durumda, yangın alarmlarının çalışmıyor olmasının mantıklı bir açıklamasına artık sahip değiliz. Bildiğimiz tek şey; yaz döneminde 2.Kilyos Yurdu'nun tadilatını üstlenen firmanın, tüm yangın alarm sistemine zarar vermiş olması. Ki aynı firma, ne belirlenen tarihlerde tadilatı bitirebildi, ne de tadilat kapsamında yapılması gereken tüm işleri tamamlayabildi.]<br />
<br />
<h3>
Yangın Var, Katları Boşaltıyoruz!</h3>
<br />
Yangının kaynağını ve ne kadar boyutta bir şey olduğunu tespit edememiştim. Ama sürekli artan ve katlara dolan dumanın bile öğrenci arkadaşlarıma zarar vereceğini düşünerek ve olayların kontrolden çıkma ihtimaline karşı, yangın alarmlarının uyarma görevini de üstlenerek yurdu bir an önce tahliye etmem gerektiğine karar verdim. Odamdan çıkmayla bu karar sürecine erişmem arasında, üç dakika bile geçtiğini sanmıyorum.<br />
<div align="center">
<blockquote class="twitter-tweet" lang="en">
"Yangin var katlari bosaltin" sesi uzun bi sure aklimdan cikmicak sanirim<br />
— Cisem Tutuncu (@cisemtutuncu) <a href="https://twitter.com/cisemtutuncu/statuses/406314259002716162">November 29, 2013</a></blockquote>
</div>
Hemen katımızdaki diğer sorumlu arkadaşı uyandırdım ve tahliye işlemini bir an önce tamamlamamız gerektiğini belirttim. Bu arada öğrencileri, dumanın daha az olduğu diğer uçtaki merdivenlere yönlendirmeye de başlamıştım. Hemen diğer katların sorumlularının odalarına koştum. Yeni uyanmış sorumlu arkadaşların, tepki sürelerinin görece az olabileceğini düşündüğümden, bizzat katlardaki kapıları çalarak "Yangın var, katları boşaltıyoruz!" uyarısını yapmaya başladım.<br />
<br />
<h3>
Korku Dolu Yüzler, Sorularla Dolu Bakışlar...</h3>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-flN5LL7F_iU/UplZ5b_s9fI/AAAAAAAAK_o/Udq7OlFhk7U/s1600/anxiety.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://2.bp.blogspot.com/-flN5LL7F_iU/UplZ5b_s9fI/AAAAAAAAK_o/Udq7OlFhk7U/s320/anxiety.jpg" width="211" /></a></div>
Gecenin 4'ünde, bir çok öğrenci için uykunun en derin olduğu bir saatte kapının kuvvetli bir şekilde çalınıp "Yangın var, katları boşaltın!" uyarısının bir insan üzerinde nasıl bir etki yaratacağına, her açılan kapıda karşılaştığım korku dolu yüzlerle korkunç bir şekilde şahit oldum. Bir taraftan da "Neler oluyor?" diyen soru dolu bakışlar ve "Lütfen gerçek olmasın, belki de kötü bir rüyadır!" diyen yüzleri hatırlıyorum sadece...<br />
<br />
Katlar tahliye edilmeye başlamış ve katların bir an önce boşaltılmasına yardımcı olmak için, katlar arasında uçarcasına dolaşırken 3.katta Güvenlik Görevlisi tuttu beni ve dedi ki "Ne yapıyorsun? Neden insanları telaşlandırıyorsun?". Katlar dumanla dolmaya devam ederken ve dumana maruz kalan öğrenciler öksürmeye başlamışken Güvenlik'in bu sorusu aklımı başımdan aldı desem yeridir ama cevabım basitti, "Yangın alarmları çalışmıyor, katlardaki duman artıyor ve bu öğrencilerin bir an önce tahliye edilmesi lazım. Ne yapmamı bekliyorsun ki!"<br />
<br />
<h3>
Öperek Mi Uyandırsaydı?</h3>
<br />
Kendi çapında suçlayıcı bir şeyler geveledi, hatta uzatmak istedi konuyu. Ama o anda onunla tartışmaya devam etmek aptallık olurdu, çünkü henüz yurt tamamen tahliye edilmemişti hala. Bu görevli beni şaşırtmadı ve laf üretmek dışında, tahliye işleminde biz kat sorumlularına yardım etme zahmetine bile girmedi. Aynı görevli, yangın koşuşturmacası devam ederken Yurt Müdürü'ne beni şikayet etmiş. Ancak Yurt Müdürü'nün ona cevabı kısa ve öz olmuş; "Öperek mi uyandırsaydı?"<br />
<div align="center">
<blockquote class="twitter-tweet" lang="en">
Güvenlik beni kapıları çalarak öğrencileri uyandırdığım için Yurt Müdürü'ne şikayet etmiş. Müdürün cevabı 'Öperek mi uyandırsaydı?' <a href="https://twitter.com/search?q=%23boun&src=hash">#boun</a><br />
— Oguz Kaan C Kilinc (@okckilinc) <a href="https://twitter.com/okckilinc/statuses/406452356122157056">November 29, 2013</a></blockquote>
</div>
Aynı görevlinin, yangın çıktıktan 1,5 saat sonra teşrif eden itfaiyenin bile önlem amaçlı olarak beklediği dakikalarda öğrencileri kendi kafasına göre hala duman dolu katlara salıvermesine hiç girmiyorum bile... Katları sil baştan yeniden tahliye etmek zorunda kaldık ve koridorlarda benim "Güvenliğin değil, bizim dediğimize bakın!" haykırışım yankılandı. Ve öğrencileri o görevlinin dediğinden, ancak bir saat sonra odalara salabildik, o da buz gibi havaya rağmen pencereleri açık kalmak koşuluyla.<br />
<br />
[EKLEME: Bu görevlinin, bana koridorda çıkışmadan önce tahliye etmekte olduğumuz öğrencileri, ben üst katları uyandırmaya gittiğim sırada 2.katta durduğunu ve aşağı inmelerine izin vermediğini de öğrendim. Bu nedenle bazı öğrenciler, giriş katının tamamen yanmakta olduğunu ve çıkış yolları olmadığını düşünmüş. O görevlinin yüzünü mümkünse bir daha görmek istemiyorum, çünkü gördükçe sinirleniyorum.]<br />
<br />
<h3>
Önce Can, Sonra Mal Güvenliği</h3>
<br />
Öğrenciler odaları boşaltırken aklıma gelense, katlara dolan dumandan bir şekilde kurtulma gerekliliğiydi. Katlardaki tüm odaların pencerelerini ve kapılarını açmak suretiyle hava akımı oluşturabileceğimize karar verdim ve diğer sorumlu arkadaşlarla birlikte hızla bu işlemi de yapmaya başladık. Gecenin 4'ünde, önceki gün de sadece 2 saat uyumuş olduğum halde, öğrencileri doğru merdivenlere yönlendirmek ve katları bir an önce havalandırmaya başlamak gerektiğini nasıl düşündüm bilmiyorum. Hatta tahliyeden 1 saat kadar sonra Yurt Müdürü gelip "Pencereleri ve kapıları açalım, katları havalandıralım." dediğinde, o işe çoktan başlamış olmak güzeldi.<br />
<div align="center">
<blockquote class="twitter-tweet" lang="en">
Sürveyanlara ne kadar teşekkür etsek az enfal ve oguz basta olmak üzere canlarını dişlerine takıp o kadar insanı odadan cıkarttılar !<br />
— sağlanmak (@mervesaglanmak) <a href="https://twitter.com/mervesaglanmak/statuses/406285798494191616">November 29, 2013</a></blockquote>
</div>
Havalandırma sürecine başladığımızda, tüm odaların kapıları ardına kadar açık olduğu için olası bir hırsızlık tehlikesine karşı katlarda nöbet tutmaya başladık. Bu arada elbette, her sorumlu kendi katındaki tuvaletleri ve banyoları da kontrol etti. Arkada tek bir öğrenci bile bırakamazdık, tüm sorumlular ellerinden geldiğinin ve sorumluluk alanlarının da ötesinde gayret gösterdiler.<br />
<br />
<h3>
Her Şeyden Önce Öğrenciyiz...</h3>
<br />
Tüm kalbimle söylüyorum, birinci kattan bir öğrenci hesap sorarcasına "Sen kimsin ki?" diye sorana kadar kat sorumlusu (sürveyan) olarak görmedim kendimi. Her bir öğrenci, aynı yurdu paylaştığım arkadaşlarımdı ve tekinin bile zarar görmesini kabul edemezdim. Daha ciddi bir yangın durumu ve daha tehlikeli bir kurtarma durumu söz konusu olsaydı, gerekirse canımı bile ortaya koyabilirdim. Aynı ruh halinin, diğer kat sorumlusu arkadaşlarım için de geçerli olduğuna adım gibi eminim. Biz orada sürveyan değildik, biz orada sizlerden biriydik, gerekirse sizin her biriniz için canını bile ortaya koyabilecek birileri...<br />
<br />
<h3>
Yeterli Açıklama Yapılsa...</h3>
<br />
Gecenin bana yansıyan ve önemli olduğunu düşündüğüm bir başka diyaloğu da, sabah ayazının iyice bastırmasıyla üşüyen ve uykusuzluktan telef olan öğrencilerden bir kısmının, katlarına çıkmak için merdivenlere yönelmesi ve benim onları durdurmamla gerçekleşti. Öğrencilerden biri öne çıkarak, biraz da gergin bir şekilde "Artık odalarımıza çıkmak istiyoruz." dedi.<br />
<br />
Benim açıklamam ise, karşımdakinin bir Boğaziçi öğrencisi olduğunun bilinciyle gerçekleşti: "Yangın depoda gerçekleşti, depodaki dumanın çıkabildiği tek yer diğer uçtaki merdiven boşluğu. Katlar ilk duruma göre daha iyi durumda, ancak depoda hala duman olduğunu biliyoruz ve siz katlarınıza çıkıp odalarınızın kapılarını kapattığınızda hava sirkülasyonu durmuş olacak. Bu durumda depodan gelen duman koridorlara dolacak ve belki de sizi yeniden tahliye etmek durumunda kalacağız. Biraz daha sabredelim lütfen!"<br />
<br />
Bu açıklamam sonrasında o öğrencinin tepkisi oldukça sade ve bir o kadar anlamlıydı: "Anlıyorum..." Fazladan hiçbir itirazda bulunmadılar ve geri döndüler. "Çıkamazsınız!" deyip kestirip atmış olsam, gereksiz yere ekstra bir gerilim yaratılmış olacaktım.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-FaEI7Wr0Css/Uplbq9vJOcI/AAAAAAAAK_0/wqoOVqFRzeI/s1600/freedom-of-information.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="448" src="http://4.bp.blogspot.com/-FaEI7Wr0Css/Uplbq9vJOcI/AAAAAAAAK_0/wqoOVqFRzeI/s640/freedom-of-information.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Öğrencileri de bilgi edinme haklarının olduğunun bilincinde olarak açıklamalar yapmak, iki taraf için de oldukça olumlu sonuçlar doğurabilecek bir şey. Hatta şimdi düşünüyorum da; o an yangının telaşıyla aklımıza gelmedi ama, öğrenciler lobide toplandığında kısa da olsa bir açıklama yapmak, durum hakkında bilgilendirmek ve katlardaki dumandan kurtulana kadar odalarına çıkamayacaklarını bildirmek gerekirdi. Dilerim bir daha ki sefer diye bir şey olmaz, ama olursa yapmamız gereken şeylerden biri de bu olacak.<br />
<br />
<h3>
Bir Türlü Gelemeyen İtfaiye...</h3>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://4.bp.blogspot.com/-K0z2W6bxZQ0/UplVsV5y-HI/AAAAAAAAK_M/wk6_LxA0ViM/s1600/boun-ilkyardim.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://4.bp.blogspot.com/-K0z2W6bxZQ0/UplVsV5y-HI/AAAAAAAAK_M/wk6_LxA0ViM/s320/boun-ilkyardim.jpg" width="216" /></a></div>
Yangın nedeniyle elbette itfaiyeye haber verildi, ama itfaiye kampüsümüze yangın çıktıktan 1,5 saat sonra gelebildi. Bir de kampüsün yerini bilmemeleri ve yol tarifine ihtiyaç duymaları, insanın aklını başından almaya yetti de arttı bile. Artık telefonlarımızda bile GPS haritaları varken, İstanbul'daki bir itfaiye aracının GPS cihazının olmaması kesinlikle kabul edilebilir bir şey değil. Bu arada, üniversitemizin acil durumlar için ilan ettiği 1100 nolu hattın da bir işe yaramadığını ne yazık ki bir şekilde öğrenmiş olduk.<br />
<br />
İtfaiyecilerle de aramda şöyle bir diyalog geçti, ağlasam mı gülsem bilemedim.<br />
<i>Ben: Yangının kaynağı neymiş?</i><br />
<i>İtfaiyeci 1: Size sormalı, çağıran sizsiniz.</i><br />
<i>Ben: ...</i><br />
<i>İtfaiyeci 2: Off, gece gece uykumdan kalktım geldim.</i><br />
<i>İtfaiyeci 1: Yok yok adrenalin oldu, iyi oldu...</i><br />
<i>Ben (İçimden): Allah sizi bildiği gibi yapsın...</i><br />
<br />
<h3>
Ya Peki Yandaki İnşaat?</h3>
<br />
Depoda yanan kağıtları dışarı atmak için kürek gerekti. Ben ve kat sorumlusu diğer bir arkadaş, kürek bulabileceğimiz umuduyla bitişik binadaki güçlendirme inşaat sahasına girdik. Aslında giremememiz gerekirdi, içeri girmemiz o derece kolay olmamalıydı. Bir bekçi olmalıydı ve girmemizi engellemeliydi, ama pek tabii ki bekçi de yoktu. Benzer şekilde orada herhangi bir aydınlatma da yok, olması gerekir ama.<br />
<br />
İnşaat sahasında, kaynak yapmak için gereken oksijen tüpleri ile normal tüpler yan yana duruyordu. Güçlendirme yapılacak kolonların çevrelerinde boşluklar vardı, ama hiçbir uyarı bandı yoktu. Aydınlatma olmadığı için, sağa sola atılmış demir parçalarına basmanız içten bile değildi. Bir öğrenci, gecenin bir vakti herhangi bir nedenle inşaat sahasına girmiş olsa, başına gelebilecek kazaların haddi hesabı yoktu yani.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-zi_Z87j-ARs/UplWXQjMjcI/AAAAAAAAK_U/TXFXdyEUkys/s1600/artistlik.jpg" imageanchor="1"><img border="0" height="640" src="http://3.bp.blogspot.com/-zi_Z87j-ARs/UplWXQjMjcI/AAAAAAAAK_U/TXFXdyEUkys/s640/artistlik.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
Gerçi ekskavatör operatörünün tüm güvenlik kurallarını ihlal edip 'artistlik' yaptığına şahit olduğumuzdan, yaptıkları yıkımdan ötürü yurdumuzun kolonlarının ve kirişlerinin çatladığını gözlerine soktuğumuz halde, "Bir şey olmaz!" diyerek inşaata fütursuzca devam edebildiklerini bildiğimizden çok da şaşılacak bir şey değil bunlar. Üniversite yönetimi bile öğrencilerine değer vermezken, cebini doldurmanın peşindeki bir inşaat firması neden değer versin ki öğrencilere?<br />
<br />
<h3>
Geceden Rahatsız Edici Bir İki Konu Daha...</h3>
<ul>
<li>Öğrenciler lobide endişeli bir bekleyiş içindeyken, bazı öğrencilerin işi geyiğe vurması hiç sevimli olmadı. Siz, yaşanan olayı küçümsemiş olabilirsiniz, ki hiç de küçümsenecek bir şey değildi. Ya da geyiğe vurarak, üstünüzdeki gerilimi azaltmaya çalışıyor da olabilirsiniz. Ama bazı arkadaşlarımızın yaşananlardan çok daha fazla etkinlendiğini dikkate almak ve birazcık da olsa saygı göstermek çok da zor olmasa gerek.</li>
<li>Katları hızla boşaltırken doğal olarak öğrenciler, o anda üzerlerinde ne varsa onunla indiler aşağıya. Zaten hiçbir acil tahliye durumunda, giyinmek için vaktimiz olmayacak. Öyle ki, 17 Ağustos Depremi'nde kendini anadan üryan sokağa atanlar olmuştu, çok doğal bir durum. Dün gece de, kız öğrencilerimiz pijamalarımıyla inmiş oldular. Ama aklı .ikinde olan bir iki öğrenci, bu olumsuz durumu suistimal etmiş. O kişilerin isimlerini, bu duruma maruz kalan öğrencinin arkadaşından tüm ısrarlarımıza rağmen öğrenemedik. Ama bu kesinlikle çok yakışıksız bir durum, siz artık Boğaziçi öğrencisiniz, bir Boğaziçili gibi hareket edin lütfen.</li>
<li>Sizleri uyandırmak için kapılarınızı güçlü bir şekilde çaldım, ancak kesinlikle tekmelemedim. Lakin birileri bu tekmeleme işin gerçekleştirmiş. Kapıları ve sağı solu tekmelemek için, bu tür bir olayı kullanmak da hiç sevimli bir davranış değil. Ayrıca tamam yangın düğmesi çalışmamış olabilir, ama bu düğmeye zarar vermeye hakkınız olduğu anlamına da gelmiyor. Yıkarak değil, yaparak bir şeyler elde edebileceğimizi unutmayalım.</li>
</ul>
<div>
<h3>
Ve Korkunç Bir Gecenin Ardından...</h3>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Kilyos'ta gerçekten de emaneten yaşadığımızı ya da yaşamaya çabaladığımızı hep birlikte acı bir şekilde daha deneyimlemiş olduk. Yangın bir şekilde illa ki çıkabilir, ancak Türkiye'nin en iyi üniversitesi olduğunu iddia ettiğimiz Boğaziçi Üniversitesi'nde yangın sonrası yaşananlar iç acıtan cinsten. Ufak çapta bir yangın dahi olsa, müdahale edebilecek yeterli ekipmanın olmaması, itfaiyenin 'ölümüne' geç gelmesi, konu hakkında verilen eğitimlerin yetersiz olması, kampüs içerisinde bile yetkililerin birbirlerinden bihaberliği ve acil durum senaryolarından yoksunluğumuz gerçekten üzücü.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<h3>
Neredesin Boğaziçi Üniversitesi Yönetimi?</h3>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bu konu hakkında bir başka içimi acıtan şey ise, Boğaziçi Üniversitesi'nin hiçbir şekilde bir geçmiş olsun mesajı dahi yayınlanmamış olması. Bu kadar mı uzaksınız öğrencilerinize, bu kadar mı yok sayıyorsunuz buradaki yüzlerce öğrenciyi? Siz ki öğrencilerinize değer verseniz, saatin kaç olduğuna bakmadan kampüse gelir, elinizden fazladan hiçbir şey gelmeyecek olsa bile, öğrencilerinizin yanında olduğunuzu gösterirsiniz...<br />
<br /></div>
<div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-EOYZltJ-3kY/UplZB7kIqlI/AAAAAAAAK_g/J_r46s0Mvgg/s1600/rektorluk-konferans-salonu.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="426" src="http://2.bp.blogspot.com/-EOYZltJ-3kY/UplZB7kIqlI/AAAAAAAAK_g/J_r46s0Mvgg/s640/rektorluk-konferans-salonu.jpg" width="640" /></a></div>
<br /></div>
<div>
Yoksa yok saymak ya da görmezden gelmek daha mı çok işinize geliyor? Hatta çok fazla afişe edilmesini de mi istemiyorsunuz yaşananların ki, insanların sonrasında "Ne olmuş Kilyos'ta?" diye sorgulayabilecekleri bir 'Geçmiş olsun!' mesajı dahi yayınlamaktan uzak duruyorsunuz. Bu mesaj tamamen sembolik, burada yaşananlardan haberdar olduğunuzu gösteren bir şey sadece. Ki bu saatten sonra yayınlarsanız anlamı olmaz onu da belirteyim, iş işten geçti artık.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://2.bp.blogspot.com/-PEeSMvzgA-I/UplcONhbeRI/AAAAAAAAK_8/8bdTTC1J5GQ/s1600/150yil-balosu.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="http://2.bp.blogspot.com/-PEeSMvzgA-I/UplcONhbeRI/AAAAAAAAK_8/8bdTTC1J5GQ/s320/150yil-balosu.jpg" width="217" /></a></div>
Size ulaşabilmek için dilekçe yazdık, imzaları topluyoruz. Son yaşananlarla birlikte dilekçemize ekleyeceğimiz bir iki önemli konu daha var. Ama bu hafta imzaları tamamlar tamamlamaz size sunacağız. Dilekçemizde de belirttiğimiz gibi umarım, sorunları 'ivedilikle' çözersiniz. Öyle 'ucuza yapan işi kapar' sistemli ihalelerle de oyalamayın biz öğrencilerinizi. Bunlar hafife alınacak konular değil, üniversitenin öz kaynaklarıyla bir an önce eksiklikleri tamamlayın.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Bakın Cem Yılmaz ile bir akşam yemeği için 55 bin TL kazanmışsınız, 500$'lık davetiyeleri olan geceden. Buradaki her bir öğrenci, en az Cem Yılmaz kadar değerli olmalı sizin için. Yok o kadar değer veremiyorsanız, bırakın bu işi değer verebilecek kişilere de 'Ne şehittir ne gazi, pisi pisine gitti Niyazi!' olmalıyım cennete çevirilebilecek bir kampüste.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<h3>
Umarım Bir Daha Böyle Bir Şey Yaşamayız...</h3>
</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Dileklerim bir daha böyle bir şey yaşanmaması yönünde ama, daha bir hafta bile geçmeden bir kademe daha büyük bir vaka ile karşılaşmak, bir sonraki vaka adına beni korkutuyor. Bir sonraki sefer bu kadar şanslı olacağımızın garantisini kim verebilir ki, hem de gün gibi açık olan sorunlarımızın çözümü için hiçbir adım atılmazken.<br />
<br />
Biz öğrenciler Kilyos'ta yaşamaya ya da yaşayamamaya devam ediyoruz.<br />
Bizi Kilyos'ta unutan yöneticilerimizi de bekleriz...</div>
<script async="" charset="utf-8" src="//platform.twitter.com/widgets.js"></script>Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9059296656060806109.post-68877902512057606982013-11-26T18:26:00.002+02:002013-11-26T20:43:59.238+02:00Kilyos'ta Yaşamak... Ya Da Yaşayamamak...Boğaziçi Üniversitesi Kilyos Sarıtepe Kampüsü, şehir merkezine ortalama 30 km uzaklıkta bir kampüs ve orada yaklaşık 800 öğrenci hem öğrenim görüyor hem de yaşıyor ya da yaşamaya çalışıyor. Kilyos gözlerden ırak olduğu gibi gönüllerden ırak bir kampüs ve bir dolu sorunla boğuşuyor her yıl. Sorunların çözülme hızı, sorunların oluşma hızından düşük olunca da dertler de sürekli artıyor. Ancak bu yazımda dikkat çekmek istediğim sorun, bu sorunların içinde belki de en önemlisi. Ne derler bilirsiniz, her işin başı sağlık...<br />
<a name='more'></a><br />
Yaklaşık 800 öğrencinin yaşadığı Kilyos Sarıtepe Kampüsü'nün tüm sağlık problemleri 23:00'ten sonra görev yapan tek bir hemşirenin omuzlarında. Eğer önemli bir şeyiniz varsa ve hemşire de talep ederse, kampüs araçlarından biriyle en yakın sağlık ocağına veya duruma göre hastaneye götürülebiliyorsunuz. Eskiden bir doktorumuz vardı, ancak taciz suçlamasıyla görevden alınınca bir daha doktor falan uğramaz oldu kampüsümüze. Ayrıca revirimizde ne gerekli ilaçlar bulunuyor, ne de biten ilaçların yeri hemen doldurulabiliyor.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="http://3.bp.blogspot.com/-_NVKImi95YE/UpTKlpZGizI/AAAAAAAAK9s/MwgN2nEMMAo/s1600/kilyos.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="358" src="http://3.bp.blogspot.com/-_NVKImi95YE/UpTKlpZGizI/AAAAAAAAK9s/MwgN2nEMMAo/s640/kilyos.jpg" width="640" /></a></div>
<br />
<h3>
Dile Bile Kolay Değil...</h3>
Açıkçası bu yazı çok önce yazılmalıydı, ama bilirsiniz başımıza bir bela gelmeden önlem almamak gibi bir huyumuz var millet olarak. Bu bizim DNA'mıza kodlanmış bir özellik, seviyoruz ölmeden adam olmamayı. Örneğin yine Sarıtepe Kampüsü'nde 2.Kilyos Yurdu'na bitişik olan bina neredeyse tamamen yıkılıyor ve yıkılırken dibindeki yurt binasının kolon ve kirişlerinde çatlaklar oluşturuyor da, Yapı İşleri masa başından "Sorun yok!" diye eposta gönderebiliyor. Bu epostanın tercümesi şu: "Hele bir tarafları çöksün de yurdun, sonra gerekli testleri yaparız. O vakte kadar biraz tadilat, biraz yamayla geçinir gideriz!"...<br />
<br />
Geçtiğimiz hafta sonu, Kilyos Sarıtepe Kampüsü'nde bir arkadaşımız talihsiz bir kaza sonucu ağır bir şekilde yaralandı ve o gün <a href="http://www.okck.net/2012/12/burasi-kilyos-buradan-cikis-yok.html" target="_blank">Tanrı'nın bile unuttuğu bir yer</a>de yaşadığımızı yeniden hatırlamış olduk. Kampüste herhangi bir doktor olmadığı için ilk yardım tabii ki yapılamadı. Tek tesellimiz bilinçli arkadaşlarımızın, yaralı arkadaşımıza yapılacak hatalı hareketlerin önüne geçmiş olmaları oldu. Gecenin bombası ise, kampüse 1 saatte ulaşan ambulans. 1 SAAT. Dile bile kolay bir süre değil, 1 saat. 1 saatte ne ocaklar sönüyor, ne sular akıyor köprüler altından. 1 saat içinde insan, tünelin sonundaki ışığı yedi kere görür, geçmişleri yedi kere ziyaret eder.<br />
<br />
<h3>
Kendi Kendime Ölürüm Bir Daha Ki Sefer...</h3>
Geçen yıl midem bana akşam vakti bin türlü acılar çektirirken hemşireye gittim. Mide asitini dindirici bir ilaç verdi, "Hele bunu bir iç, geçmezse bir daha düşünürüz!" dedi. İçtim ve beklemeye başladım. Tabii ki geçmedi, aksine iyice azıttı. "Öyleyse seni sağlık ocağına gönderelim." dedi ve şoförü aramaya başladık. O zamanlar, bir hasta nakil ambulansımız vardı, belki hala vardır ya yoktur. Tabii bu ambulans, kendi kendine giden bir araç değil, şoför lazım. Şoförlüğünüz varsa, benden tavsiye hiç beklemeyin şoförü. Tabii dışarıdan ne acılar çekildiğini görmek ekşi bir surat dışında mümkün olmadığı için, "Altı üstü bir mide ağrısı için mi?" gibi soran bakışlara maruz kalabiliyorsunuz.<br />
<br />
Tabii orada mide kanaması geçiriyor olabilirsiniz, bambaşka bir yerinizde bir problem olabilir. Öyle de oldu zaten. Ben "Tamam bir daha ağrımayacak bir tarafım, ağrısa bile rahatsız etmeyeceğim. Hatta vakti geldiğinde kendi kendime öleceğim!" düşünceleriyle bindim ambulansa. Uskumruköy taraflarında, benim mide ağrısı krize dönüştü. Sinir krizi falan değil, <a href="http://www.okck.net/2010/09/epilepsi-krizi-dongusu.html" target="_blank">kriz işte</a>... Tabii ambulansta herhangi bir ilkyardım ekibi olmadığını belirtmem gereksiz sanırım, ne gerek var öyle şeylere. Boğaziçi'ni kazanmışız o kadar, gerekirse kendi kendimizin doktoru olabilmeliyiz, boşuna mı aldık o kadar puanı. Boğaziçi'nde Tıp olsa, kazanabilecek öğrencileriz ne de olsa!<br />
<br />
<table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto; text-align: center;"><tbody>
<tr><td style="text-align: center;"><a href="http://3.bp.blogspot.com/-Mvu1HoNYOOo/UpTHyHHnyxI/AAAAAAAAK9Y/cfJxcAjuw3M/s1600/helikopter-ambulans.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" height="480" src="http://3.bp.blogspot.com/-Mvu1HoNYOOo/UpTHyHHnyxI/AAAAAAAAK9Y/cfJxcAjuw3M/s640/helikopter-ambulans.jpg" width="640" /></a></td></tr>
<tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Böyle Ambulanslar Da Var Türkiye'de...</td></tr>
</tbody></table>
Şişli Etfal Hastanesi'ne giden 30dk'lık yolculuktan aklımda kalanlar; bin türlü kasılan kaslarım nedeniyle çektiğim acılar ve her acıtan kasımla birlikte attığım çığlıklar, şoförün yaptığı panik, sirenler ve ışıklar. Şişli Etfal'e ulaştık, kum gibi hastaların arasında bir kriz daha geçirip de sakinleştirici iğneyi yedim ve köşede dinlenmeye bırakıldım. Tepemdeki şoförün "Ben olmasam..." kahramanlık alt metni ile "... ama benim dönmem gerekiyor!" serzenişlerini dinleyerek dinlenmeye çalışırken aklımdan geçen, "Şoför giderse, bu vakitte Kilyos'a nasıl dönerim? Bir an önce kendime gelmeliyim..." idi. Bir kez daha söz verdim kendime, "Ölümün kıyısında bile olsam, kendi kendime öleceğim bir daha ki sefer!"<br />
<br />
Benim ki görece hafif bir olaydı, kriz geçireceğimi bilseydim hiç yollara düşmezdim. Bırakırdım, kendi kendine olur geçerdi, bünye alışkın o krizlere. Ya peki 800 öğrencinin yaşadığı bu kampüsteki olası sağlık problemlerinin 'görece hafif' olacağına kimin garantisi var? Gördük işte, talihsiz kazalar yaşayabiliyoruz. O kadar doğal ki bu kazalar. Doğal olmayan ise Türkiye'nin geleceği olacak öğrencilere verilen değerin bu kadar az olması...<br />
<br />
<h3>
112'yi Şimdiden Arayın, Ancak Gelir...</h3>
Yeri gelmişken, Kilyos Sarıtepe Kampüsü'nde yaşayan arkadaşlarıma bir iki tavsiye vermek istiyorum; Sabah uyandınız ve kendinizi kötü hissediyorsunuz. Öksürme, hapşırma gibi basit şeylerden bahsetmiyorum, daha ağır anormallikler bahsettiğim. Hiç "Revire giderim!" diye düşünmeyin, atlayın ilk otobüse şehre inin ve bir devlet hastanesinin aciline ulaşın. Emin olun çok daha çabuk çare bulursunuz derdinize. Ya da sizin veya arkadaşınızın başına bir şey geldi diyelim. İlgililere haber verme işini sonraya bırakın ve direk 112'yi arayın. Hatta 112'yi şimdiden arayın, başınıza bir iş geldiğinde anca gelmiş olur zaten!!!<br />
<br />
Dedim ya DNA'mız son dakikaya, başa bir şey gelmeden önlem almamaya programlı. Kendimizi geç olsun da güç olmasın saçmalıklarıyla avutuyor, "Buna da şükür, en azından arkadaşımız yaşıyor!" diyorsak, hepimizi çok öpüyorum(!).<br />
<br />
<h3>
Lafta Kalsın İstemiyoruz...</h3>
Bu hafta Kilyos Sarıtepe Kampüsü'nde, Boğaziçi Üniversitesi Yönetimi'nden doktor ve ambulans talebi için imzalar toplanacak. İmzaları yönetime ulaştırdıktan sonra biraz bekleyeceğiz, biraz ama öyle bir ay falan değil, belki bir hafta. Sonrasında talebimizi iletmek için farklı yollar kullanmayı düşünüyoruz, umarım gerek kalmaz.<br />
<br />
"Yaşananlardan dersimizi aldık, eksiklikleri gidereceğiz!" tarzındaki cek caklı vaatlere karnımızın tok. O eksiklikler hemen giderilmeyecekse o koltukta oturmanın, "Ben yöneticiyim!" diye ortalarda dolanmanın anlamı ne ki?<br />
<br />
<div style="text-align: right;">
<b>İmza:</b> Kilyos'ta Allah'a Emanet Yaşayan Bir Öğrenci</div>
Oguz Kaan Cagatay Kilinchttp://www.blogger.com/profile/01291723305875662398noreply@blogger.com0