Kilyos Maceramın Da Sonuna Geldim...

28 Eylül 2010'da Kilyos'a ilk kez ayak bastığımda, aklımdaki en son şeydi burada bu kadar çok zaman kalmak. Hatta sadece misafirdim burada, Kuzey Kampüs'te yer açılana kadar kalacak ve sonra geri dönecektim. Ama sevdim ben Kilyos'u... Bir ay kadar sonra "Hadi Kuzey'de yer var, gel artık!" dediler, ama ben ayrılamadım Güney Kampüs'e 32,5 km uzaklıktaki bu kampüsten...

Seneler Geçti...


İlk sene, hayatımda çok özel bir yere sahip olan bir insanla tanıştım Kilyos'ta, Umut'la... Oda arkadaşımdı, ama benim için bir oda arkadaşından öte oldu, hatta belki kardeşten de öte. 1.Kilyos Yurdu'nda kaldığım ilk senemde, özellikle odamızdaki diğer arkadaşlar Kilyos'u terk ettiğinde, odada iki başımıza kaldık Umut ile ve arkadaşlığımız orada bir ömürlük dostluğa dönüştü.

İkinci senemde, hayatımın anlamı ile tanıştım Kilyos'ta. Karmakarışık bir şekilde doğdu ilişkimiz Kilyos sahillerinde. Gece yarılarında buluşup dertleştik o sahilde ve dertleştikçe iyice yakın olduk birbirimize. Odadaki arkadaşlarımın kavga ettiğim günler için skor tabelası tutmaya başladığı ve çoktan kavgaların mutlulukları ağır bir şekilde hezimete uğrattığı başka bir ilişkim vardı, ama kendimi O'ndan uzak tutamıyordum. Ve bana yeniden hayat veren ve adı Enfâl konmuş güzellik ile aşkımız, Kilyos'ta doğmuş oldu.


Üçüncü senemde, artık 2.Kilyos Yurdu öğrencisiydim. Hiç mi hiç dert etmedim bu değişikliği, şansıma oda arkadaşlarım birbirinden iyi çocuklardı. Bir gün, kat sorumlusu geç yoklamaları işlemeyi unuttu ve benim devamsızlık 8 oluverdi. O vakitlerdeki Yurt Müdürü benim 8'i uçurdu 11 yaptı ve yok yere pek sevip saydığım o dönemki Yurtlar Müdürü İbrahim Hoca'nın huzuruna çıkıverdim. Bir başkasının sorumsuzluğunun bedelini, azarlanarak ödedim. İşin aslı ortaya çıktı, 8 bile değilmiş oysa devamsızlıkların ve geçlerin toplamı. Ama ben o gün, sırf İbrahim Hoca'nın yüzünü kara çıkardığım için kapattım kendimi New Hall'in tuvaletine, hüngür hüngür ağladım.

O gün, Burçin Hoca'nın benim için bambaşka özel bir yere çıktığı gündü. Sakinleştikten sonra, 'Yeni yaşımın ilk gününde okul tuvaletinde ağlıyor olmak ne kadar .oktan bir durum. Hayat yoruyorsun beni...' diye twit attım. O dakikalarda, tuvalette ağlıyor olmak yerine Burçin Hoca'nın dersinde olmam gerekiyordu. Çok değil bir iki saat sonra bir eposta geldi bana, Burçin Hoca "Oğuz Kaan, gel dertleşelim..." demiş. İşte o anda Burçin Hoca, ömür boyu hatırlayacağım insanlar içindeki yerini alıvermiş oldu.

Dördüncü senemde, yurda biraz geç giriş yaptım. Gerçi benim durumumdaki bir öğrenci için, normal bu gecikmeler, Kilyos'ta kaldığım her senenin başında yaşadım benzer şeyleri. Oda arkadaşım Çağan ile güzel bir uyum yakaladık kısacık yarım dönemde, tüm farklılıklarımıza pozitif değerler yükledik.

Sonra Yurt Müdürü Mustafa Hoca beni bir gün kat sorumlusu (sürveyan) yapıverdi. Tabii öyle kafanıza göre yapabileceğiniz bir şey değil bu, hem de benim durumumdaki bir öğrenci için. Gerekli kişilere de danıştı ve uygun görüldüm. Esasında öncesinde de aktiftim ama adım konulmamıştı.


Ve Kalemim Yazmaya Başlar...


Önce bir arkadaşımız talihsiz bir kaza geçirdi Kilyos'ta ve ambulans ancak 1 saatte ulaşabildi kampüse. Bunu ve Kilyos'taki sağlığa dair diğer eksiklikleri 'Kilyos'ta Yaşamak... Ya Da Yaşayamamak...'. dedim ve kaleme aldım. Daha bir hafta bile geçmeden yangın çıktı Kilyos'ta, yine bir dolu eksiklik ve ihmalkarlık. Onlar için de 'Kilyos'ta Dumanlı ve Korkunç Bir Gece...' başlığını attım.

Kızgındım yaşananlara ve sonrasındaki umursamazlığa, 'Kalemim kırılsa da yazacağım!' dedim ve yazdım. Yazılarım binlerce kez okundu, yüzlerce kez paylaşıldı. Zor oldu ama dikkatlerini çekebildim, inat ettim hatta agresifleştim. Ama sonunda geldiler, "Biz zaten gelecektik!" dediler, bense sadece gülümsedim.

Onlar geleceklerini haber verdikleri gün, ben mutlu oldum. Kilyos adına mutlu oldum, en sonunda kulak vereceklerdi Kilyos'a. Ama o gün mutluluğum yarım kaldı, yarım bırakıldı. Kat sorumlusuymuşum, böyle şeyler yazamazmışım. Ben kat sorumlusu olmadan önce de yazıyordum dedim, dinletemedim. Madem ünvanım yazmama engel, 'Ünvanımdan vazgeçebilirim ama yazmaktan vazgeçemem!' dedim ama o vakit kabul etmediler. Keşke orada bıraksaymışım o ünvanı. Suçlu ben oldum, içime attım. Siz hiçbir şey görmediniz.


Ben Yazmaya Devam Ettim, Onlar Yormaya...


Boğaziçili gencecik bir insan bıraktı kendini sonsuzluğa, onu da yazdım. Aklımda beliren bir sorunun cevabıydı o yazı, o soru ise 'Bizim Yolumuz Da Bir Gün FSM'ye Uğrar Mı Arkadaş?' idi. Her şey üst üste geliyordu, blogumda ne yazıp ne yazamayacağımın kontrolünü de birileri ele geçirmek istiyordu ve ben gün geçtikçe daha fazla bunalıyordum. Yazımı okuyan kimileri ağladı, kimileri ise benimle özel olarak iletişime geçerek onları anlayan birisi olduğunu gördükleri için mutlu olduklarını ifade ettiler.

Ve hemen bir gün sonraki yazımın ilk paragrafı şuydu: "Bu sabah yatağımdan fırladığımda zihnimde yankılanan cümle buydu, "Çok kızgınım sana Boğaziçi..." Nasıl bu kadar gözlerini kapatabilirsin yaşananlara, nasıl bu kadar görmezden gelebilirsin her şeyi? Nasıl başarıyorsun bunu, anlat biz de öğrenelim işin püf noktasını, belki böylece başarabiliriz afyon yutmuş gibi ortalarda dolaşmayı kafayı hiçbir şeye takmadan..."

Sonra beni aradılar, tüm sevimlilikleriyle benimle görüşmek istediklerini söylediler. Benim hakkımda endişelendiklerini söylediler. Gittim görüştüm kendileriyle, görüşmenin kayıt altına alınacağını gördüğümde endişelenilenin tam olarak ben olmadığımı fark ettim. İzin aldılar kaydetmek için, izin verdim ben de. Yazmaya korkmuyorum, konuşmaya mı korkacağım dedim içimden. Yazımı okuyan 200-300 kişinin olumsuz etkilenebileceğini söylediler, yazımı 4000 kişi okudu diye düzelttim endişeleri katlandı. Kat sorumlusuymuşum, öğrenciler beni örnek alabilirmiş.
Hey öğrenciler! Kat sorumlusuyum diye beni örnek almayacağınızı biliyorum, ama yine de söyleyeyim, beni kat sorumlusu olduğum için örnek alacaksanız almayın örnek falan. Hatta hiç örnek almayın, ne iyi yönlerimi ne de kötü yönlerimi. Kendimi öyle örnek alınacak bir kişi olarak görmüyorum ben, öyle görsem yaşadığım her güne lanet ediyor olmazdım...
İntihar içerikli yazımı kaldırmamı istediler ciddiyetle, 'Kaldıramam!' dedim kararlılıkla. Bir ara blogumu sansürlemekten bile bahsettiler de, duymamazlıktan geldim. Şakadır dedim, gelişine söylemişlerdir dedim geçtim. Bir buçuk saat konuştuk, bu konuşulanlar aramızda kalacak dediler, pek çoğu aramızda kaldı ama bunları daha fazla içimde tutamadım.


Ve Bugün... 


Aslında güzel başlamıştı, kaç vakittir aklımın köşesinde duran düşüncelerimi uygulamaya koymanın adımlarını atmaya başlamıştım. Amacım yeni döneme başlamadan yenilenmek ve ferahlamaktı...

Sonra telefon çaldı, çağırdılar. Biraz havadan sudan muhabbet ettik, sonra artık sürveyan (kat sorumlusu) olmadığımı söylediler. 'Nedenini tahmin edebiliyorum, sorun değil!' dedim. Ve eklediler, 'Kilyos'ta daha fazla kalamazsın, seni Güney Kampüs'te bir dönem daha misafir edebiliriz ama.'

Ve işte o an başımdan aşağı kaynar sular döküldü, sesim titredi 'Sağlık olsun!' dedim ama sağlık falan olmadı esasında. Kilyos'tan sürülüyordum, hem de yarım dönem için. Yarım dönem için, eşyalarımı, kitaplarımı, çanağımı çömleğimi toplayıp Güney'e taşınacaktım. Buradaki kurulu düzenimi, huzurlu odamı bırakıp bilmediğim bir ortama gidecektim. Gözlerinin önünde olmamı mı istediler acaba?

Eminim inkar edecekler, konunun yazılarımla ilgili olmadığını söyleyecekler, böyle olması gerekiyordu zaten diyecekler... Ama ben ve sizler, hepimiz, çok iyi biliyoruz nedenin ne olduğunu... Unuttum, unuttuk... Gezi Parkı'nda halaylar çekip neşeli şarkılar söylerken tepemize yağan bombaları ve copları unuttuk. Buralarda istenmediğimizi unuttuk...

Üç yılı aşkın süredir bin türlü sorunuza cevap vermeye çalışırken hiçbir fayda göz etmedim, sadece faydalı olmak istedim. Kilyos için agresifleştiğimde de kimseden destek beklemedim, şimdi de destek beklemiyorum kimseden. Sadece paylaşmak istiyorum duygularımı sizlerle, çünkü sizlerle çok şey paylaştım burada ve bunu da paylaşmak istiyorum sadece... Umarım yanlış anlaşılmam...


Kilyos'tan Sürülmek Mi?


Pek çokları için Kilyos sürgün yeridir, oysa benim için tam tersi. Güney'e de Kuzey'e de doydum, aslına bakarsanız İstanbul'a doydum. Kafamı dinleyebileceğim, şehrin karmaşasından uzakta, rahat edebileceğim bir yere ihtiyacım var ve işte o yer Kilyos benim için.

Kilyos'u deli rüzgarlarıyla seviyorum, o deli rüzgarlar esmeye başladığında 'Hoşgeldin sizlere!' diyorum, sizler olmadan eksik buralar. Trafik olduğunda bir buçuk iki saat süren yollarını, o yollarda kitap okuyarak başka dünyalara yolculuk etmeyi seviyorum. Öncesini artık unutmaya başladığım hayatımın, hatırladığım son dönemini yaşadığım yeri seviyorum. Burada kazandığım Can Dostum Umut'u, Sevgilim Enfâl'i Kilyos ile seviyorum. İleride çocuğum olduğunda, Kilyos'u hatırlatsın diye adını 'Deniz' koymak istiyorum, kız olsun çocuğum diyorum, savrulsun saçları Kilyos'un deli rüzgarlarıyla diyorum.


Ve Artık Gidiyorum... 


Hiç gitmek istemiyorum, ama onlar öyle istiyor... Bir iki kapı çalıp bir iki kişiyle konuşabilirim bir dönem daha Kilyos'ta kalabilmek için, ama gücüm var mı bunun için? Hayat ve onun bileşenleri "Artık burada dur!" derken, bir adım daha atmaya gücüm var mı? Eşyalarımı toplamaya ve 59RK'ya son bir kez daha binmeye gücüm var mı?

Ya peki, konuşanların susturulduğu, kapalı kapılar ardından binbir türlü oyunların döndürüldüğü bir ülkede ve onun kurumlarında yaşamaya gücüm var mı? Yazdıklarım için, cahillerden ya da hala büyüyememiş olanlardan bin türlü tehdit aldığım da oldu. Ama ya okumuşların ve büyümüş olduklarını sandıklarımın yaptıkları? Onların yıpratmalarıyla ve aşağılamalarıyla yaşamaya gücüm var mı?

Sizin var mı yaşamaya gücünüz, sırtınızı sıvazlayıp kaşla göz arasında kanınızı emenlerin dünyasında? Yüzünüze gülüp sizi sırtınızdan bıçaklayanların, bir yumruk olduk savaşıyoruz derken sizi yarı yolda bırakıp kaçanların, fakire üç kuruşu çok görüp de parayı tuvalet kağıdı niyetine kullanıp atanların, kendisine yapılmasını istemediği her şeyi başkalarına yapanların, başıma bir şey gelir korkusuyla yazmaya ve konuşmaya korkanların, insanlıktan nasibini alamamış yaratıkların dünyasında yaşamaya var mı gücünüz?

Şahsen benim yok...
Yoruldum mücadele etmekten, ama gittiği yere kadar da gideceğim...  Artık orası her neresiyse...

Yapımda ve yayında emeği geçen herkese teşekkürler...

5 yorum

  1. Farklılıklara gösterdiği hoşgörüyle övünen okulumuzun, Kilyos'taki diğer 800 kadar öğrenciden farklı olarak yanlışlara tepki gösteren birini böylesine sürmesi ne kadar okulun yapısına uygun anlamıyorum. Halbuki geçen sene buraya gelmeden önce hakkında duyduklarımız ne kadar farklıydı, ne kadar "muhteşem"di Boğaziçi.

    YanıtlaSil
  2. Sana da yakışmaz mı mersolar yatlar katlar
    Kültürün güzelliğin en kralını katlar
    Çalış moruk gayret et zulalar birbir patlar
    Ne hallere getirdi bizi terso aşklar

    Saldır moruk saldır parayı bulacaksın
    Saldırmaya devam et çok zengin olacaksın,
    Adam olmaz diyenlere parmak ısırtacaksın
    Böyle terso yaşanmaz sen de kurtulacaksın

    Çekilir mi bu yaşta terso zorlu bir hayat
    Senin de hakkın moruk eğlenmek huzur rahat
    Çalışmadan yaşamak sakat moruk çok sakat
    Eskiden böyle miydi şimdi işler çok kesat

    YanıtlaSil
  3. merhaba ! kilyos yurt devamsızlıkları 5 den fazla olunca atılıyor musun ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teoride sadece Kilyos'ta değil tüm yurtlarda devamsızlığın 5'i geçtiğinde "yurda ihtiyacın olmadığı"na karar verilerek yurttan çıkarılırsın. Ancak pratikte pek uygunlanan bir kural değil, gidip Yurt Müdürü'ne ya da Yurtlar Müdürlüğü'ne neden devamsızlık yaptığını anlatırsın o kadar.

      Sil
  4. yazan tam bir Kilyos aşığı. Hazırlığı geçme stresi olmasa gerçekten hiçbir yerde bulunamayacak huzura sahip.

    YanıtlaSil

Düşüncelerinizi Paylaştığınız İçin Teşekkürler...