Gelecekten Bir Gün...

Günlerden 30 Nisan'dı, yılını ise bilmek bile istemiyorum. Hapse girmeden önce, okul çıkışı kafama aldığım darbelerden ötürü bir çok ayrıntıyı unutmuş olabilirim. Belli ki ceza evinde ki daracık, loş ve ölüm kokulu hücremde yaşadıklarımı unutmamak için çabalarım pek yeterli gelmemiş, unutmuşum bazı şeyleri.

Herşey sanki daha dün gibi, yoksa yarın gibi mi demeliyim?

1 Mayıs öncesinde radyolarda uyarılar tekrarlanıyordu. Zaten eylem olmayacaktı ama yapmak isteyenler sorgusuz sualsiz yargılanacak ve suçlu bulunacaklardı. Gerçi 1 Mayıs'ları kutlamayalı çok zaman olmuştu ama tedbiri elden bırakmak istemiyordu hükümetimiz. Herşey toplum refahı ve güveni içindi.

Hiç içime sindirememiştim şu hükümeti. Yaptıkları ve söyledikleri hep yavan gelmişti bana. Belki de görüşlerimiz uyuşmadığındandı, hiç bilmiyorum. Kalemim yazabildiği ve dilim dönebildiği ölçüde, yaptıklarını eleştirir ve doğruları göstermeye çalışırdım. O vakitler hükümete kimse ses çıkarmaz olmuştu. İşte biz bir grup deli yazar, bir grup da bizi destekleyen. Halkın büyük çoğunluğu kararsızdı ama hükümeti desteklerdi, ama o güne kadar hiç hissetmemişlerdi buna zorunda olduklarını.

30 Nisan akşamı bir mahkeme kararı gelmişti posta kutuma. Askeri mahkemelerden birinden geliyordu. İşlediğim bir suçtan ötürü, hakkımda tutuklanma kararı çıkmış ve. 2 Mayıs sabah saat 09:00'da askeri bir komutanlığa başvurmam gerektiği dile getirilmişti. Çok merak etmiştim ne suçu işlemiştim. O güne kadar yanlışlıkla yolda yürürken ezdiğim karıncalar dışında karınca incitmeyen ben, ne yapmış olabilirdim. Sonradan öğrendim ki yazdığım yazılardan biri, ki o yazılar bundan sadece 5 yıl kadar önce demokratik eleştiriler olarak nitelendirildi, hükümet tarafından tehlikeli bulunmuş ve askeri mahkemeye iletilerek derhal tutuklanmama hükmedilmiş. Ne zaman yargılandığımı göremedim ama infazımı görmek nasip olacaktı, bunu gösteriyordu bu mektup.

Hatta geçen gece Taksim'de okul otobüsümü beklerken mutlulukları gözlerinden okunan çiftten kız olanına o mektuplardan biri gelmişti. Onu da araştırdık; bir ay kadar önce yine okul otobüsünde hükümetten hoşlanmadığını dile getirmiş, bu birilerinin kulağına gitmiş. Ama yine de biraz hoşgörülü davranmışlar, kadınlar 12.00'de teslim olabilecekmiş komutanlığa; içimizden teşekkür ettik, bu kadarına izin verdikleri için.


1 Mayıs'ın ilk saatleri... Elimde infaz mektubum, okul otobüsü ile okuluma ulaşmaya çalışıyorum. İnanılmaz bir trafik var her zaman ki gibi. Son yıllarda gelen belediyeler, İstanbul'a çözüm yerine hep sorun getirdiler. Trafik gün geçtikçe arttı, sinirler daha çok gerildi.

Hele de bugün 1 Mayıs'tı. Gecenin ilk saatlerinden itibaren gerekli tedbirler alınmıştı. Kaç yıldır 1 Mayıs'ların kutlanmasına izin verilmiyordu, hatta insanlar nerede ise unatacaklardı ama hükümet tedbiri elden bırakmıyordu. Ancak eski 1 Mayıs önlemleri ile şimdikiler arasında önemli bir fark vardı; olur da eğer 1 Mayıs kutlaması yapacaksanız polis değildi sizi engelleyen, askerlerdi.

Hükümet kısa süre içinde askeri camiada kadrolaşmasını tamamlamış, daha birkaç yıl öncesine kadar hükümetin susturucu gücü olarak bilinen kadrolaşmış polisleri asker ilan etmiş, askeri birliklerin görev alanını iç ve dış güvenlik olarak yeniden düzenlemiş ve de polis teşkilatını ortadan kaldırmıştı. Bu değişime diğer Avrupa ülkeleri ve Amerika da destek vermiş, değişim başarı ile tamamlanmıştı. Polis teşkilatı ortadan kalktığından beri, özellikle güvenliğin artırıldığı 1 Mayıs gibi günlerde ülke işgal edilmiş gibi gözükürdü. İlginç ve aslında kabullenilemez bir durumdu ama kabullenen kabullenmişti, bizim gibi bir kaç muhalefete söz hakkı tanınmamıştı.


Kaderimde askeri cezaevine düşmek de varmış diyerek üzülürken neşemi de kaybetmiyor, elimde kalan son özgürlüklerimden biri ile şarkı söylüyordum. Etraftaki araçlarda Mustafa Kemal Atatürk aşığı bir sanatçımızın yeni albümü çalıyordu. Albüm her zaman ki gibi mükemmeldi. O sanatçı, o günlerde Mustafa Kemal Atatürk'ün izinden gitmeye çalışan birkaç Türkiye aşığı sanatçıdan biriydi. Çevresindeki birçok kişi yurt dışına çık, burada tehdit altındasın demiş olmalarına karşın; o kendi gibi olan Mustafa Kemal Atatürk aşıklarını Türkiye'de yalnız bırakmamıştı. Yaşamının son günlerini hakkında açılan davalar, şahsına yöneltilen iftiralar ve psikolojik tacizlerle geçiriyor olsa da, nüfuzunu ve parasını bir şekilde kullanarak Türkiye'de yaşamaya devam etmek için çırpınıyordu.

O albümde bir şarkı vardı ki, inanılmaz tutmuştu. Aslında 1950 askeri darbelerinden bahseden, içinde Atatürk ve devrimlerinin yer aldığı bir şarkının bu kadar çok tutması şaşırtıcı değildi. Sanatçının muhteşem yorumu, söz ve müzik ile o kadar harika bir şekilde harmanlanmıştı ki; sözlerine kulak vermek istemeseniz bile, müziğine kaptırıyordunuz kendinizi ve dilinize dolanıveriyordu.

Trafik içerisinde bir hareketlenme oldu. Kafamı servisin penceresinden çıkarıp baktığımda araçların arasından hükümetimizin önemli şahsiyetlerini gördüm. En önde Milli Güvenlik Bakanı vardı, iç ve dış güvenlik birimlerinin birleştirilmesinden sonra Milli Savunma Bakanlığı isim değiştirmiş ve Genelkurmay Başkanlığı tamamen ortadan kaldırılarak tüm görevleri bu yeni bakanlığa devredilmişti. Milli Güvenlik Bakanımız, altında şalvarı, üstünde çizgili beyaz gömleği, tabak gibi yüzü, göbeğine varan sakalı ile en önden sinirli sinirli ilerliyordu. Hemen ardında, yeniden düzenlenen eğitim ve öğretim sistemi ile birlikte, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın tüm görevlerini de kendi bünyesine alan Milli Eğitim Bakanlığı'nın bakanı yürüyordu. Onun da giyim tarzı Milli Savunma Bakanımız'dan farksızdı. Bir kaç tane daha benzer giyimli üst düzey görevlisinin hemen ardında da İstanbul Baş Haham'ı geliyordu. Yahudileri sevmeme karşın, bu hahama bir türlü kanım ısınmamıştı. Sanırım ülke işlerimizde bu kadar çekirdekte söz sahibi olmasındandı hoşnutsuzluğum.

Trafiğin kilit noktasında, yüksekçe bir aracın üstüne çıktılar. Askeri bir aracın megafonu ile neden bu kadar sinirli olduklarını ve bizden isteklerini dile getirdiler. Arabalarda çalan malum şarkıdan hoşlanmamışlardı, başka şarkı mı kalmamıştı dinlenecek. Nedendi bu ısrarımız? Derhal şarkının değiştirilmesini emrettiler, ayak üstü bir de yasak getirdiler şarkıya. Tavsiye de verdiler, etliye sütlüye karışmayan popçuları dinleyebilirmişiz. Bunları söylediler, megafonu bıraktılar ve yollarına devam ettiler. Onlar gittikten sonra müzikler sustu.

Sanatçımızı dinleyenlerin bu yasak haberinden hiç hoşlanmadıkları aşikardı. O anda bir delilik yapasım geldi. Bendeki albümü taktım servisin müzik çalarına ve yüksek sesle dinlemeye başladım. Benim bu hareketim çok dikkat çekmişti, biraz önceki araçlar da bana yeniden dinlemeye başlayarak eşlik oluyorlardı. Ellerinde albüm olmayanlar, kafalarını arabadan çıkarmış şarkıyı söylüyorlardı. Elbette o sanatçıyı ve albümü görmek istemeyenler ise, kornalarına son kuvvetleri ile basarak sesimizi bastırmaya çalışıyorlardı. Kısmen başardılar ama arkamda bana destek veren birilerinin olduğunu görmek sevindiriciydi. Yazılarımı takip edenleri biliyordum ama hiç bu kadar yanımda hissetmemiştim onları.

Ben bu minik eylemi yaptıktan sonra, kalesini korumayı başarmış bir komutan edası ile servis şoförüne döndüm ve "Harika!" dedim. Söylediği çok basit ama bir o kadar da manidardı, "Kaleni korudun, ya peki kellen?". Sustuk. Sonra umutla gülümsedim, "Yarın askeri cezaevindeki hücremde olacağım, daha kötü ne olabilir ki?" dedim.


Servis ineceğim yere geldi, inmeden önce servisçi bana bir kez daha baktı ve "Kendine dikkat et!" dedi. Gülümsedim yine umutla ve indim servisten.

Servis henüz hareket etmemişti. Etrafımı 3-4 kişi sardı. Birisi "Çok komikti." dedi, diğeri "Sen kendini ne sanıyorsun?". Neler olduğunu anlamaya çalışırken sırtıma bir asker copu indi. Yere düştüm, dizlerimin üstüne. O sırada içlerinden yaşlıca olanı servis şoförüne bağırdı, "Sakın arabadan ineyim deme, çocuklarının yanına sağlam bir şekilde dönmek istiyorsan sözümü dinle!" diye bağırdı. Biri, "Beton Kemal'in piçi, az önce sesin ne de çok çıkıyordu? Ne yıkılmaz bir kale sanıyordun kendini Gavat dölü? Hemen pes etmesene Ateist Bozguncu!" diye bağırdı ağızından köpükler çıkartarak. Bir güçle kafamı kaldırdım ve servise baktım. Servisteki arkadaşlarımın yüzlerinde korku, gözlerinde yaş vardı.

Bir kez daha ve son damla gücümle gülümsedim, zafer işareti yaptım ve "Atam İzindeyim!" diye haykırdım...

Kafatasıma inen copun tok sesinden sonrasını ise hatırlamıyorum...

Not: "Gelecekten Bir Gün...", 2008'de gördüğüm bir rüya sonrası kaleme aldığım bir kurgu hikayedir.

Hiç yorum yok

Yorum Gönder

Düşüncelerinizi Paylaştığınız İçin Teşekkürler...